Ana SayfaDosyalarKültür ve SanatımızKIRIM HANI’NIN İHANETİ VE SONUÇLARI

KIRIM HANI’NIN İHANETİ VE SONUÇLARI

KIRIM HANI’NIN İHANETİ VE SONUÇLARI

Mustafa ATALAR

İkinci Viyana Kuşatması sırasında Kırım Hanı’nın Osmanlı’ya ihanet ettiği herkesin malumudur. Bu ihanet, Osmanlı Devletine de Türk Milletine de çok büyük zararlar vermiştir. Ama bundan en büyük zararı da Kırım Hanlığı ve Tatar Milleti görmüş; bu ihanet onlara çok büyük bedeller ödetmiştir. Öyle ki bu ihanet, onların çok büyük acılar ve felaketler, ibretlik olaylar yaşayarak tarih sahnesinden silinmeleri sonucunu doğurmuştur. Bu ibret verici olaylar zincirini kısaca hatırlamak ve hatırlatmak uygun olacaktır.

Bilindiği gibi, Avusturya’nın işgaline uğrayan Macaristan Krallığı’nın yardım talebi üzerine, Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusu, 1683 yılında Viyana’yı kuşatmıştı. Daha savaşın başlangıcında 100–120 bin kişilik Osmanlı ordusu, Dük Şarl dö Loren kumandasındaki Avusturya ordusunu yenmiş, bütün ağırlıklarını zapt etmiş, Viyana’nın kuşatılması ve alınmasının önündeki bütün engeller ortadan kaldırılmıştı. Avusturya İmparatoru Leopold, bu yenilgi üzerine çok büyük bir ümitsizliğe kapılarak Viyana’yı bırakıp kaçmıştı. Her şeye rağmen şehri savunmaya çalışan Kont  Starhemberg, eli silah tutan bütün erkekleri askere alarak savunma tedbirlerini artırdı. Viyana’nın fethedilmesiyle Avusturya-Alman İmparatorluğu daha da gerilere atılacak, Osmanlıya bağlı Macar Krallığı güçlendirilecek, böylece Avrupa’daki Osmanlı egemenliği daha sağlam temellere oturtulmuş, devletin ve milletin güvenliği garanti altına alınmış olacaktı. Viyana’nın fethedilerek Osmanlı topraklarına katılması, Macaristan’ın da sağlam ve güçlü bir şekilde ayakta kalabilmesiyle, Avusturya Türkler için tehlike olmaktan çıkarılacak, Rusya’yla birlikte Türk Devleti’ni kıskaca alabilmesi önlenecek, Avrupa’dan Türk topraklarına gelebilecek saldırılara karşı da güçlü bir savunma hattı ve duvarı oluşturulabilecekti. Böylece Türk Devleti çok daha uzun yıllar boyunca rahat edebilecek, güvenlik endişesi kalmayacaktı. Bu yüzden de Viyana’nın fethi son derece önemli ve gerekliydi.

Avrupa’da şok etkisi yapan Viyana Kuşatması’nın ilk iki aylık döneminde Türkler, şehrin birçok dış tabyalarını ele geçirdiler. Şehrin düşmesine artık sayılı günler kalmıştı. Fakat Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, şehrin yağma edilmesini, yakılıp yıkılmasını istemediği için kesin saldırı emrini vermiyor, şehrin kendiliğinden teslim olmasını istiyor ve bekliyordu. Kuşatma bu şekilde sürüp giderken, Viyana’nın kurtarılması için, Papa’nın girişimiyle Avusturya, Lehistan, Saksonya, Bavyera ve Frankonya arasında bir kutsal ittifak kuruldu ve Lehistan Kralı Jan Sobiesky komutasında 120 bin kişilik bir kuvvet oluşturuldu.

Sadrazam Kara Mustafa Paşa, Viyana’yı kurtarmak için gelen Haçlı kuvvetlerini durdurmak üzere Tuna Köprüsü’nü tutma görevini, Kırım Hanı Murat Giray Han’a verdi. Herhangi bir aksilik olur, düşman bir yolunu bulup Tuna’yı geçmeyi başarırsa, bu sefer de Budin Beylerbeyi İbrahim Paşa onların karşısına çıkacaktı.

Beklendiği gibi Haçlı ordusu, Tuna Köprüsü’ne kadar geldi. Haçlı Ordusu, köprüden geçmeye başladığında Tatar Hanı askerleriyle beraber hâkim bir tepeye çekilmiş, hiç bir şey yapmadan, düşmana karşı koymadan, sadece Haçlı Ordusu’nun nehri geçişini uzaktan seyir etmekle yetiniyordu. Kırım Hanı’nın bu tavrı ve tutumu, başta Hanlık İmamı olmak üzere bütün devlet erkânını hayrete ve dehşete düşürmüştü. Hanlık İmamı, bu yapılanın dine, devlete, millete karşı çok büyük bir ihanet ve suikast olduğunu söyleyerek Kırım Hanı’nı uyarmaya çalıştı. Fakat bunun bir yararı olmadı. Bunun üzerine Hanlık İmamı dini ve milli gayreti gereği, bir an önce hücuma geçilmesi, düşmanın durdurulması için gözyaşları içerisinde, yerlere kapanarak Han’a yalvarmaya başladı. Fakat Kırım Hanı hiç oralı olmadı. Bu davranışının nedenini de Hanlık İmamı’na şu sözlerle açıkladı: ‘Hoca! Sen bu Osmanlı’nın bize itdüği cevri bilmezsin! Bu düşmanın kovalanması benim için hiçbir şeydir. Bu yaptığımın dinimize ihanet olduğunu da bilirim. Ama isterim ki, onlar da kaç paralık adam olduklarını görsünler, Tatarın kıymetini anlasınlar!’ Murat Giray Han, hiçbir uyarıya, itiraza, yalvarmaya itibar etmeyerek, düşmanın Tuna Köprüsü’nü geçmesine seyirci kaldı.

Bu şekilde Tuna’yı kolayca geçen ve Türk kuşatma kuvvetlerine arkadan saldırma fırsatını yakalayan Haçlı ordusuna, daha sonra en başından beri Viyana Kuşatması’na karşı olan ve bu yüzden Sadrazamla arası açık olan Budin Beylerbeyi İbrahim Paşa da yol verdi ve emrindeki askerleri toparlayıp Budin’e çekildi. İki ateş arasında kalan Kara Mustafa Paşa, yanında kalan on bin kadar askerle kalabalık düşman kuvvetlerine karşı akşama kadar yiğitçe çarpıştı. Fakat bunca ihanetten sonra her şeyin bittiğini kabul etmek, kuşatmayı kaldırarak oradan uzaklaşmak zorunda kaldı. Darmadağın olmuş bir şekilde çekilen orduyu büyük bir gayretle Yanıkkale önlerinde topladı. Macaristan’daki kaleleri takviye eden Sadrazam, Belgrad kışlağına çekildi.

Viyana bozgunu, aslında Türk kuvvetleri arasında çok büyük bir zayiata yol açmamış, ancak psikolojik etkisi çok büyük olmuştu. Öte yandan Sadrazama karşı olan merkezdeki paşalar, Viyana bozgunu sebebiyle onun idamına da ferman çıkarttırmayı başardılar. Kara Mustafa Paşa’nın idamı, Osmanlı ordusunu derleyip toparlayabilecek ve muhtemel bir bozgunun önüne geçebilecek kudretli bir paşadan da devleti yoksun bırakmıştı. Nitekim ertesi yıl, Venedik de kutsal ittifaka katıldı ve böylece Osmanlı kuvvetleri, Avusturya, Lehistan, Rusya ve Venedik saldırılarına karşı dört cephede birden çarpışmak zorunda kaldı. Osmanlı kuvvetleri, zaman zaman başarılar kazandılarsa da, savaşların uzun sürmesiyle ağır kayıplara uğradılar. Kanuni Sultan Süleyman’ın kazandığı Mohaç Meydan Savaşından (1526) 13 gün sonra Osmanlı topraklarına katılan, 1541 yılından itibaren 145 yıl boyunca Osmanlıların eyalet merkezi olan “Nazlı Budin”imiz, fethinden 160 yıl sonra 1686 yılında yeniden düşman eline geçti. Budin Kalesi Osmanlılardan, Habsburg Hanedanının yönetimine geçerken, Osmanlı askerleri bir tane bile savaş esiri veya yaralı vermemiş, hepsi şehadet mertebesine yükselmeyi tercih etmişti. Sonunda Osmanlı Devletinin ilk toprak kayıplarına neden olan 1699’daki Karlofça Antlaşması imzalanmak zorunda kalınmıştı.

Bizde zaferler, başarılar uzun uzun ballandıra balandıra konu edilip işlenirken yenilgiler, başarısızlıklar ve bunların sebepleri arka planları üzerinde doğru dürüst durulmaz. Örneğin, 1683 yılındaki Viyana Bozgunundan Karlofça Antlaşmasına kadar oniki büyük meydan savaşını kaybettiğimiz halde bizim tarih kitaplarımızda bunların çoğunun adı bile anılmaz. Hâlbuki ibret almasını bilenler için, başarısızlıklar, yenilgiler, başarılardan ve zaferlerden çok daha öğreticidir.

Kırım Hanı’nın ihanetiyle başlayan acı ve büyük yenilgiler, devlete ve millete çok ağır bedeller ödetti ve telafisi imkânsız zararlar verdi. Ama hiç şüphesiz en ağır bedelleri de bu yenilginin baş sorumlularından Kırım Hanlığı ve bu ihanete asla razı olmasa da, engel de olamayan Kırım Hanlığının Müslüman halkı ve Tatar milleti ödemek zorunda kaldı. Viyana bozgununun ardından, Osmanlı Devletinin derlenip toparlanmasına fırsat vermek istemeyen Avusturya ve Rusya beraberce işbirliği yaparak Osmanlılara karşı arka arkaya yeni cepheler açtılar. Osmanlı Devleti, aynı anda birçok cephede savaşmak ve kuvvetlerini bölüp dağıtmak zorunda kaldı. Açılan yeni cephelere gittikçe daha fazla güç yığabilen Rusların karşısına çıkarabileceğimiz, yeterli askeri gücümüz ve kuvvetimiz yoktu, olanlar da düşman saldırıları karşısında gittikçe her gün biraz daha eriyordu. Uzun süren savaşlar sonunda Osmanlı savunma mevzilerinin direncini kırmayı başaran Ruslar, güneye doğru ilerlemeye başladılar. Tabii ilk işgal edilen topraklar Kırım Hanlığı’nın topraklarıydı. Osmanlı Devleti, Ruslar karşısında aldığı mağlûbiyetler sonucunda 1774’te dünyanın en büyük devleti olma özelliğini kaybetti. Kırım Hanı’nın ihanetinin üzerinden tam yüz yıl sonra, 1783’te Kırım Hanlığı’nın bütün toprakları Ruslar tarafından işgal, istila, yağma ve ilhak edildi; Kırım Hanlığı da tarih sahnesinden silindi. Osmanlı Devleti, Macaristan ve Orta Avrupa’dan sonra, bütün nüfusu Türk ve Müslüman olan Kırım Hanlığı’nı da kaybetmişti. Bölgedeki Müslümanlara karşı girişilen acımasız soykırım, zulüm ve katliam, bütün Türkler ve Müslümanlar için unutulmaz bir ıstırap kaynağı hâline geldi. 1789’da Özi Kalesinin de düştüğünü ve bu kalede Müslümanlara karşı inanılmaz boyutlarda vahşice katliam yapıldığını öğrenen Sultan I. Abdülhamit Han öyle üzüldü ki, bu acı haberin şokuna dayanamayarak, aniden kalp krizi geçirip vefat etti. Karadenizin kuzeyindeki Deşt-i Kıpçak (Kıpçak Düzlüğü) diye anılan binlerce yıllık Türk yurdu göz açıp kapayıncaya kadar elden çıkıvermişti.

Kırım Tatarları da, bu bölgede yaşayan bütün diğer Türk ve Müslüman unsurlar da, Kırım Hanı’nın Osmanlı’ya ve Türk Milletine ihanetinin bedelini o gün bugün, ödemeye devam ediyorlar.

İLGİLİ MAKALELER

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

EN POPÜLER

SON YORUMLAR