Ana SayfaManşetTÜRKLERDEKİ KUT ANLAYIŞI

TÜRKLERDEKİ KUT ANLAYIŞI

TÜRKLERDEKİ KUT ANLAYIŞI

Türk dilinin en eski kültürel ve siyasi kavramlarından biri olan kut kavramı, ünlü siyaset kitabı Kutadgu-Bilig’de (674-676, 1430, 1933, 1934, 1960, 5469, 5947. beyitler) şöyle açıklanır: ‘Kut’un tabiatı hizmet, şiarı adalettir. Fazilet ve kısmet kut’tan doğar. Beyliğe (hükümdarlığa, yöneticiliğe) yol ondan geçer. Her şey kut’un eli altındadır. Bütün istekler onun vasıtasıyla gerçekleşir. Tanrısaldır (ilahidir). Bey! Bu makama sen kendi gücün ve isteğin ile gelmedin, onu sana Tanrı verdi. Hükümdarlar, iktidarı Tanrı’dan alırlar.’ Fakat Türklerin siyasi toplulukları ve birlikleri yine de dini bir devlet değildi. Çünkü din adamları tarafından idare edilmiyorlar, Türk hükümdarları insanüstü birer varlık sayılmıyorlardı. Hem kendileri, hem de halk hükümdarları normal insan olarak kabul ediyorlardı.

Eski Türk devletlerinde siyasi iktidarla ‘kut’ kavramı arasında çok yakın bir ilişki vardı. Bütün eski kaynaklarda, yalnızca Tanrı’dan kut almış (hayırlı, uğurlu, mübarek, devletli) kişilerin Türk Milletine hakan ve yönetici olabilecekleri, kutsuz, hayırsız, uğursuzların, devletsizlerin böyle bir haklarının bulunmadığı, hakaniye ailesinin atası olan Oğuz Kağan’ın bile Tanrı’dan kut alarak Hakan olduğu kayıtlıdır.

Türklerdeki bu kut anlayışı İslam’a da uzak değildir. Nitekim Kur’an’da da Hazreti İbrahim’in ve neslinin Allah tarafından kut’lu ve mübarek kılındığına dair ayetler vardır:

“(Biz) hem onu (İbrahim’i), hem de İshak’ı mübarek (kutlu, bereketli, feyizli) kıldık. Ama onların soyundan gelecekler arasından iyi işler yapanlar da, kendisine açıkça zulmedenler de çıkacak! (Saffat Suresi, Ayet: 113).

Ebedi ve ezeli Türk töresine göre; idare etme hakkı, yetkisi hükümdarlara, yöneticilere Tanrı tarafından verilen bir görevdi. Hükümdarların emretme, yönetme, idare etme hakkı ve yetkisi ancak bu şekilde meşruiyet kazanabilir, halkın itaat görevi, yükümlülüğü ve zorunluluğu da bu sayede doğardı. Tanrı tarafından bir ‘kut’ la, bir ‘ülüg’ (kısmet) ile donatılmamış olanlar veya bunu daha sonra kaybettiğine inanılanlar Türk Milletinin meşru hükümdarı ve yöneticisi olamazlardı. Aksi takdirde bir meşruiyetten, meşru devlet ve yönetimden değil, bir zorbalıktan ve zorba yönetimden, eşkıya düzeninden söz edilebilirdi. Eşkıya da dünyaya hükümran olamazdı.

Türkler üstün siyasi kültürleri ve birikimleri sayesinde, siyasi iktidarın kaynağını Tanrı’ya bağlayarak, yani hakanı ve devlet yöneticilerini Tanrı huzurunda sorumlu tutarak, hakanın yapmak istediği önemli işlerde milletin tasvibine başvurmasını sağlamaya çalışmışlardır. Her yapılan işin töreye, hukuka, kanunlara uygun olmasını şart koşarak, bugün bile en önemli sorunlardan biri olan milli irade, milli egemenlik, hükümdarlar, yöneticiler üstü yüksek ve meşru otorite, meşru yönetim sorununu daha o çağlarda büyük ölçüde halledebilmişlerdir.

Türklerdeki kut telakkisi, sınırsız bir hâkimiyete de imkân tanımıyordu. Yönetim yetkisi bazı şartlarla sınırlandırılmıştı. Hükümdarların sadece hakları değil, görevleri de vardı. Bunların başında da Orhun Yazıtlarında belirtildiği üzere, milleti doyurmak, giydirmek, derlemek, toparlamak, eğitmek, yetiştirmek, yüceltmek, yükseltmek, zenginleştirmek, güçlü kılmak, başka halklara ve milletlere imrendirmemek, yerindirmemek, huzur, barış, güven ve istikrarı tam anlamıyla sağlamak gibi görevler geliyordu. Bu gibi görevleri layıkıyla yerine getiremeyen hükümdarların, yöneticilerin halktan itaat bekleme hakları olamazdı. Böylelerinin kut’unun Tanrı tarafından geri alındığına, yönetimlerinin meşruiyetini kaybettiğine inanılır ve iktidardan düşerlerdi.

Başta Kağan olmak üzere bütün yöneticilerin yani ak kemik budununun en önemli görevleri, “kara kemik budunu”nu derleyip toparlamak, dirlik düzenlik, güvenlik içinde idare etmek, savaşta onları yönetmek, barışta da açları yedirip içirmek, çıplakları giydirmekti. Bunları yapamayan ve gerçekleştirmeyen kağanın kut’u olmadığına, kut’unun söndüğüne, kut’unu kaybettiğine inanılırdı. Onun yerine hemen yine Açena soyundan daha ehil, daha liyakatli, dirayetli, kut sahibi başka bir kağan arayışına girilirdi (Türk Edebiyatı Tarihi, Türkler: Kökenleri ve Yayılma Alanları, Peter B. Golden, C.I, s.40-41).

Eski Türkler, Gök Tanrı’nın (Yüce Tanrı) bu ‘kut’u, ‘bereket’i ‘göksel talih’i daha sonra Oğuz Han sülalesine verdiğine inanırlardı. Hanedan ailesi, Oğuz Han’ın 6 oğlu ve onların da 4’er oğlundan devam eden toplam 24 Oğuz boyuna ayrılmıştı. Tarihin çok eski çağlarından XX. Asrın Osmanlıları’na kadar bütün Türk hakanlık hanedanları bu sülaleden gelmiştir. Oğuz Han’ın ya da Oğuz Kağan’ın Büyük Hun İmparatoru Mete Han olduğunu söyleyenler bulunsa da bu pek doğru görünmemektedir. Oğuz Kağan’ın Mete Han’dan yüzlerce, Hazreti Peygamberden de yaklaşık 2500 yıl önce yaşamış ve yeryüzünde büyük bir hükümranlık kurmuş başka biri olması çok daha muhtemeldir. Hatta onun Kur’an’da kıssası anlatılan Zülkarneyn olduğuna, Hazreti İbrahim döneminde yaşadığına onunla tanışıp görüştüğüne dair rivayetler de vardır. Osmanlılar, 24 Oğuz boyunun en üstünü sayılan Kayı boyundan, Selçuklular da Kınık boyundandı. Her boyun kendine has bir damgası vardı. Hayvanlarını, silahlarını, eşyalarını bu damga ile damgalarlardı. Sikkelere, hatta XVI. yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman’ın toplarına bile Osmanlılar’ın mensup olduğu Kayı boyunun damgasının basıldığı görülmektedir.

Hakan denen büyük Türk İmparatoru’nun, Tanrı tarafından ve Onun iradesini yerine getirmek için Türk Milletinin başına getirildiğine, bundan dolayı kutsal olduğuna inanılırdı. Bu kutsallık hakanın mensup olduğu bütün hanedan üyeleri için de geçerliydi. Hakan, Tanrı değil ama Tanrı’ya benzer kabul edilir, yönetme hakkını Tanrı’dan aldığına inanılırdı. Bunların kanları da kutsal sayılır ve kanlarının yere dökülmesi felaket sebebi olarak görülürdü. Kağanın kanı kutsaldı ve akıtılamazdı. Bu inanç daha sonraları, tahtından indirilen kağanların veya han sülalesinden olup da, idam edilmesi gerekenlerin kılıçla değil de ipek bir kementle veya yay kirişiyle boğularak öldürülmesi âdetinin doğmasına neden olmuştur. Bu adet bütün Türk halkları arasında, Göktürklerde, Selçuklularda ve Osmanlıda da aynen devam etmiştir.

Hakanlık çok defa babadan oğula ve ekseriya büyük oğula geçerdi ama bu kesin bir kural değildi. Hanedanın her prensi tahtta hak iddia edebilir, hangisi millet tarafından seçilir veya diğerlerine üstünlük sağlayıp tahta oturabilirse, Gök Tanrı’nın onu tercih edip seçtiğine inanılır, herkes de ona itaat etmek zorunda kabul edilirdi. Bu töre ve devletin federe bir yapıda örgütlenmesi, Türk İmparatorluklarının uzun ömürlü olamamalarının, vaktinden önce parçalanıp çöküntüye uğramalarının en önemli nedenlerindendi. Çünkü belli yerlerde valilik ve yöneticilik yapan prensler de yönettikleri geniş topraklarda hükümdarca yetkiler kullanıyorlardı. Hakan güçlü ve kudretliyse ona itaat ediyorlar, fırsatını bulduklarında ona başkaldırma yollarını arıyorlardı. Hakan yetenekli ve becerikliyse devlet yüceliyor, değilse hızlı bir dağılma süreci kaçınılmaz oluyordu. Bu sistem Osmanlılara kadar Müslüman Türk Devletlerinde de yürürlükte kalmış, ancak Osmanoğulları tarafından ortadan kaldırılabilmiştir.

Orkun yazıtlarında Türk milletinin inanç ve idealleri net bir şekilde ortaya konur. Yerin, göğün ve ikisi arasındaki başta insanoğlu olmak üzere bütün varlıkların tek bir Yaratıcı tarafından yaratıldığı, yalnız bu Yüce Yaratıcı Tanrı’nın lutfuyla il, ülke, devlet, güç, kuvvet, kudret sahibi olunabileceği, iktidara getirenin de götürenin de, öldürenin de diriltenin de, yüceltenin de alçaltanın da Tanrı olduğu belirtilir. O Tanrı’nın özellikle Türk Milletine çok büyük iyiliklerinin, lütuflarının, keremlerinin, ihsanlarının yardım ve desteklerinin olduğu, bu Milletin bunlarla var olabildiği ve varlığını sürdürebildiği Yüce Tanrı’ya çok büyük minnet ve şükran duyguları içinde açıkça ve önemle vurgulanır. En ümitsiz durumlarda bile Yüce Tanrı’nın bu Milletin başına kendi içlerinden, Tanrı’dan kut almış, Tanrı’nın yardım ve desteğine mazhar ve layık olabilmiş, ilahi ve semavi destekli bir kahraman, bir yiğit, bir önder seçip çıkardığı, bu Milletin imdadına yetiştirdiği belirtilir. Kitabelerde, Türk Milletinin başına ancak Tanrı’yla barışık, O’nu seven ve O’nun sevdiği, hoşnut ve razı olduğu, tasvip ettiği, O’nun desteğine layık olabilecek, hak edebilecek nitelikteki, Tanrı’dan kut almış (hayırlı, uğurlu, mübarek) liderlerin ve önderlerin yönetici, baş ve hakan olabileceği, buna ters, Milletin inançlarıyla ve Tanrı’sıyla kavgalı, kutsuz, hayırsız, uğursuzların millete baş olmaya haklarının olmadığı, bu gibilerin millete felaketten başka bir şey getiremeyeceği dolaylı ama milletin karabudunu tarafından gayet kolaylıkla anlaşılabilecek bir açıklıkla dile getirilir.

Türk imparatorluğu, doğu ve batı olmak üzere iki kağanlıktan oluşuyordu. Doğu kağanları batıdaki eş kağanlardan, en azından, teorik olarak üstün sayılıyordu. Aşinalar, kendilerini bu uçsuz bucaksız diyarın tümü üzerinde egemenliği tam olarak ellerinde tutanlar olarak görüyorlardı. İlkesel olarak, Aşina ailesinin bütün üyelerinin, yönetimde söz sahibi olmalarını güvence altına alan, kardeşten kardeşe geçen ve iki yanlılık ilkelerine dayanan düzenli bir iktidar ardıllığı sistemini yerleştirme çabaları sonunda başarılı oldu (Türk Edebiyatı Tarihi, Türkler: Kökenleri ve Yayılma Alanları, Peter B. Golden, C.I, s.41-43).

Eski Türklerde ‘Hakimiyyetin göklerde olduğu’ inancı vardı. Türk kağanları göksel irtibatları olanlar arasından seçilirdi. İlk zamanlar en çok ‘ruhsal gelişmişlik’ düzeyine sahip, en yetkin kişiler en üst yönetici seçilirdi. Böylelikle en yetkin, haksızlıklara yer vermeyen bir yönetimin iktidarı gerçekleştirilmeye çalışılırdı. Fakat daha sonraları bu tür yetkinliklere sahip kişilerin azalması ile yavaş yavaş iktidarların yeterli ruhsal yetkinliğe sahip olmayanların ellerine geçmesi, iktidarın belli ailelerin ellerine geçmesi ve babadan oğla el değiştirmesi sonucunu doğdu (Türklerin Kültür Kökenleri, Ergun Candan, Sınır Ötesi Yayınları, İstanbul, 2002, s. 24-30).

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
İLGİLİ MAKALELER

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

EN POPÜLER

SON YORUMLAR