SANATÇILARIMIZIN VE OZANLARAMIZIN PİRİ:
DEDE KORKUT
Mustafa ATALAR
DEDE KORKUT VE ÖNEMİ
Profesör Fuat Köprülü derslerinde: ‘Bütün Türk edebiyatını terazinin bir kefesine, Dede Korkut’u öbür kefesine koysanız, Dede Korkut daha ağır basar’, dermiş.
Bizi, bize döndüren, bugünümüzle geçmişimizi bağlayan, tarihi destana, deyimi atasözüne çeviren Korkut Ata, savaşçı olduğu kadar barışçı, alp olduğu kadar ozan, kutsal olduğu kadar da zeki idi.
Eski sözlü Türk Edebiyatımızın en büyük ozanı olan Korkut Ata, ozanların, âşıkların piri, kopuzun mucidi, hem yiğit, hem gözü pek, hem de tam bir bilge, arif ve bilici kişi idi. Büyük bir halk kahramanıydı. Bu büyük halk bilgesinin ve kahramanının ne zaman, nerede, yaşayıp öldüğüne dair kesin bir bilgi yoktur.
Çin Seddi’nden Adriyatik’e kadar Türk dünyasının hiçbir yerinde, onun tanınmadığı, bilinmediği, adının anılmadığı, destanlarının, hikmetlerinin, şiirlerinin, sözlerinin söylenmediği hiçbir yer mevcut değildir. Korkut Korkut’un Siri Derya kıyılarından, Derbent’te, Bayburt’ta kadar pek çok değişik yerde ziyaretgâha dönüşmüş kabirleri vardır. Bunlar o kadar çoktur ki bazıları: ‘Nereye varsan Korkut’un Kabri!’ demekten kendilerini alamamışlardır. Bu onun Türk milletinin gönlündeki yerinin asla ölmeyeceğini, onun hem ölümlü bir fani, hem de ölümsüz bir diri gibi kabul edildiğini gösterir.
Türk dünyası içinde neredeyse onun yaşamadığı devir, dönem ve mekân yok gibidir. Türk Milleti onu o kadar çok sevmiş, benimsemiş, bağrına basmış ki, ona ölümü hiç yakıştıramamış, fakat bir yandan da Türk dünyasının hemen her yerinde onun için mezarlar, makamlar, ziyaret yerleri yapmıştır. Ondan nakledilen hikâyeler, destanlar çok geniş devirleri, dönemleri ve yerleri kapsamaktadır.
Türkler, insan sevgisini, bilgeliği, adalet duygusunu, cesaret ve kahramanlığı kendi şahsında toplamış insan tipine ‘ALP’ derlerdi. İslami devirlerle birlikte bu özelliklere Allah’a teslimiyet, ermişlik, Allah yolunda savaşmak, mücahit olmak gibi özellikler de eklenince yeni örnek Türk insanı tipi olan ‘ALPERENLİK’ ortaya çıkmıştır.
Yusuf Has Hacib’in değerli eseri ‘Kutadgu Bilig’den öğrendiğimize göre, Türk hakanlarında bulunması gereken özelliklerin başında da alplik, bilgelik, erdemlilik, cömertlik, gönül adamı olmak özellikler gelmektedir.
Eski Türkler son derece nizamlı bir milletti. Töreye karşı gelmezlerdi. Esasen Türk Cihan Hâkimiyeti Ülküsü’nün temel hedefi, “Güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar bütün insanları Türk töresinin himayesine almak; İnsanları sulh ve barış içinde yaşatmaktı. Türkçe de İl sözcüğünün sulh ve barış anlamlarına geldiğini bilmekteyiz (Bak: M. Niyazi Türk Devlet Felsefesi, s:21). Demek ki Türk İli – Türk Devleti, Sulh ve barış içerisinde yaşamak isteyen insanların toplandığı ve oluşturduğu siyasi ve kültürel bir organizasyondu.
‘İl’in “barış” anlamında kullanılması ise daha da eskidir. ‘İlci (elçi) kelimesi “barışçı” demektir (M. Niyazi, s:21).
İslâmlıktan önceki Türk destanları hakkında sağlam verilere dayanan bilgilerden yoksunuz. Bunun nedeni destan metinlerinin elde olmayışıdır. Öte yandan bunlar ulusal bir şair tarafından topluca yazılmadığı gibi, tam olarak saptanıp yayımlanamamıştır.
Bu destanların, daha doğrusu bunları yeniden ele alıp işleyen, yeni ve ideal versiyonlarıyla milletlerinin hizmetlerine sunan büyük şairlerin o milletin oluşumunda, yıkılıp tarih sahnesinden silindikten sonra bile millet kimliğiyle yeniden dirilmesinde bu destanların çok önemli rollerinin olduğu bilinmektedir.
Dede Korkut Kitabı’nın bugün elimizde, biri Dresden’de, diğeri de Vatikan’da olmak üzere sadece iki yazma nüshası vardır. Bunlar devre bakımından Eski Anadolu Türkçesinin, saha bakımından da Doğu Anadolu ve Azerbaycan sahasının eseridirler.
Korkut Ata’nın kendi kimliği ve kişiliği hakkındaki efsaneler de, Türk bilim adamlarınca değil, Rus bilim adamlarınca ve XIX. yüzyıl ortalarından sonra derlenmeye başlanmıştır. En dikkat çekicileri, Türkistan, Azerbaycan ve Türkiye’den derlenen ve yazıya geçirilen, bu efsaneler, o zamanki Rus dergilerinde ve Rusça olarak yayınladıkları için şimdiye kadar bizim araştırmacılarımızdan ve bilim adamlarımızdan bunların orijinallerine de ulaşan olmamıştır.
Dede Korkut, Oğuz alplarına ve halkına, kopuzu eşliğinde öğüt, nasihat yollu türlü hikayeler, destanlar anlatır, hikmetler saçar, tutulmaya değer öğütler, nasihatler verirdi. Asla boşa konuşmaz, boş ve anlamsız sözler söylemezdi. Söylediklerini tam bir bilgiyle içten ve gönülden söylerdi. Söylediği değerli hikmetler, destanlar, öğütler, nasihatlar, birlik, beraberlik çağrıları, kahramanlık şiirleri, küyleri, ezgileri hep kendi eseri, kendi ürünü, kendine has, kendi orijinal besteleriydi. Mevcut duruma ve son derece uygun olan bu sanat eserleri, başkalarından çalma, çırpma, taklit ve nakil şeyler değildi.
Onun sözüne, sesine ve kopuzuna yalnız insanlar değil, bütün canlılar hayrandı. Eski gazilerin, alplerin, erenlerin, ozanların türlü hallerini beyan eder, boy boylar, soy soylardı. Adsızlara ad koyar, yolsuzları yola koyardı. Anlaşmazlıkları, ihtilafları çözer, küsleri, dargınları uzlaştırır, barıştırırdı. Tam bir uzlaştırıcı ve birleştiriciydi. Ayrılık sebeplerini ortadan kaldırarak halkını birleştirir, bütünleştirirdi. Sorunlara çözüm, dertlere deva, hastalıklara şifa bulma bilgi ve becerisine sahipti.
O, gönlünün derinliklerinden gelen sözlerle, destanlarla, şiir ve ezgilerle, müzik aleti olarak kullandığı kopuzuyla çalıp, söylerken cûşa ve hurûşa gelir, adeta kendinden geçerdi. Coşar, coşturur, duygulanır, duygulandırırdı. Bir yandan halkını coştururken, sevindirip, gönüllerini hoş ederken ve cezbeye getirirken, bir yandan da onları uyarmaya, düşündürmeye, aydınlatmaya, iyiye, güzele ve doğruya yönlendirmeye, yüceltmeye, yükseltmeye ve geliştirmeye çalışırdı.
O asla küt fikirli, dar görüşlü, boş sözlü biri değildi. Tam tersine ilim, irfan, fark ve temyiz sahibi keskin görüşlü bir Hak dostu ve gönül ehliydi. Aklının, ilminin ve irfanının yanında kerameti zahir Allah dostu büyük bir evliya olduğuna, Hak Teâlâ’nın onun gönlüne ilhamlar verdiğine, bu yüzden her şeyi önceden sezebildiğine, olmadan olacağı kestirebildiğine, ilerileri delip görebildiğine, gerileri de yırtıp görebildiğine inanılırdı. Gaipten haberler verir gibi konuşur ama her söylediği de aynen olur, her tahmini doğru çıkardı. İleriden, geriden, olmuştan olacaktan haberler vererek; toplumunu geleceğe hazırlamaya, geçmişle geleceği birleştirmeye çalışırdı. Bu yüzden de Oğuzlar her işlerini ona danışırlar, her şeyi gelir ondan sorardı. Öğütleri, nasihatleri çok değerli ve tutulmaya değer olduğu için, herkes onu can kulağıyla, büyük bir dikkat ve saygıyla dinler, her öğüdü tutulur, hiçbir sözünden çıkılmazdı.
O, Arapça bilmeyen ve nazmı çok seven halkına Kur’an ayetlerinin anlamlarını kopuzu eşliğinde manzum ve şiirsel bir dille anlatır, Hak sözünü, Tanrı mesajlarını halkının aklına, fikrine, ruhuna, özüne, cevherine, hareketlerine, tutum ve davranışlarına yansıtmaya çalışırdı. Kur’an’dan aldığı ilhamla gönlüne doğan sihirli ve etkileyici sözlerle, müzikle şiiri ve ezgiyi, ses ve sözle manayı; şarkı ve türküyle oyun ve eğlenceyi birleştirerek halkına ulaşmaya ve onları eğitmeye çalışırdı.
Herkes tarafından çok saygı duyulan, çok muteber, çok akıllı ve çok yüce bir kişi, çok büyük bir büyük sanatçı ve icracı idi. Hep birlik ve beraberlik havaları çalar, hiç ayrılık gayırılık, ikilik havaları çalmazdı. İcra ettiği sanat, çaldığı havalar ve okuduğu şarkılar için kimseden para almazdı. Hiç ayırım gözetmeden her davete icabet eder, ulular ekâbirler meclisinde de fikirlerine, görüş ve düşüncelerine ihtiyaç duyulur, değer verilirdi. Kimin bir düğünü, derneği, toyu, şenliği ya da bir yası ve matemi varsa; Dede Korkut hemen orada hazır bulunurdu. Bu düğünlerde, derneklerde, yaslarda, toplantılarda, meclislerde kopuzu eşliğinde hikmetler, şiirler, destanlar söylerdi.
Dede Korkut ad ile eşya, Yaratıcı ile yaratılanlar arasında ilişkiler, mistik bağlar kuran bir gönül eri, bir alperendi. O anlattığı efsane ve destanlarla, Oğuz kavminin başından gelip geçmiş ve bundan sonra da başına gelebilecek olaylardan haberler veren, rüyaları yorumlayan, keramet sahibi ulu bir bilge, toplumu geleceğe hazırlayan kutsal bir bilgi kaynağıydı.
O, Türk milletinin eşsiz kültür birikiminin aktarıcısı, kültür dönemlerinin, kesimlerinin birleştiricisiydi. Efsanelerin ve destanların anlatıldığı yere ve zamana göre karşımıza bazen hastalara şifalar dağıtan iyi bir tabip, büyük bir evliya, arif billâh bir şeyh, her şeyi bilip ve idrak edebilen fark ve temyiz sahibi manevi bir önder, güç, kuvvet, kudret, yiğitlik, yüce ahlak, üstün karakter ve iyi davranış sembolü, zamanının bir alp ereni, büyüğü, bazen veziri veya üst yöneticisi, varlıklara, herkese ve her şeye ad koyan ârif kişisi, toplumsal sorunları çözen uzlaştırıcısı, birleştiricisi, güzel sözler söyleyen, tutulmaya değer öğütler ve nasihatler veren ozanı ve baş bileni olarak karşımıza çıkar.
Ne olursa olsun, Dede Korkut, gerçek dışı, hayali bir masal kahramanı değil, Türk milleti kadar gerçek ve tanınmış biridir! Onun gibi yaşadıkları çağı da daha sonraki çağları da etkileyebilen, değiştirebilen, biçimlendirebilen ve şekillendirebilen insanlara ölü veya ölümlü demek doğru olmaz. Asırlar önce ölüp gitmiş nice insanlar vardır ki, dünyada onlar kadar diri, onlar kadar canlı ve ölümsüz çok az insan bulunabilir. İşte Dede Korkut da bu ölümsüzlerdendir.
Bazıları da bu destanların, hikmetlerin, olağanüstü önemde ve değerdeki eserlerin, belli bir dönemde yaşayıp ölmüş tek bir ozan veya kişi tarafından üretebilmesinin imkansızlığına işaret ederek, bunların adı belli ozanlar çağından önce, asırlar boyunca milletin ruhuna, özüne, diline, gönlüne en iyi şekilde tercüman olabilmiş, sayısız usta ozanlar tarafından üretilmiş ortak ve anonim eserler olduğu ve ozanların piri olarak tanınan Dede Korkut’a mal edildiği görüşündedirler. Hatta bugün bile bizim her gerçek ozanımızın kendi kadrince ve kıymetince aynı zamanda birer Dede Korkut olduğunu, nice ozanlarımızın, âşıklarımızın sazında, sözünde, tezenesinde, gönlünde ve dilinde Dede Korkut’un hala capcanlı ve dipdiri yaşadığını söyleyenler de vardır.
Dede Korkut destanları, gerçekten de Türk Milletinin müşterek dehasının ve zevkinin eseri, derin milletin sesi ve nefesidir. Müellifi gerçekte millet olan bu milli destanları, bu veya şu ozana değil de, bütün millete mal etmek, Türk milletinin ortak eseri kabul etmek çok doğru bir yaklaşım olacaktır.
Dede Korkut’un aklımızı, fikrimizi aydınlatan hikmetli sözleri, gönül telimizi titreten kopuz sesi, kutlu nefesi, bugün bile şairlerimizin, ozanlarımızın dilinde, onların kopuzlarının, sazlarının telinde, tezenesinde, ortak zevk ve dehamızın ürünü destanlarımızda, halk hikâyelerimizde, kısaca her yerde, hatta soluduğumuz havanın her zerresinde yaşamaya devam etmektedir.
DEDE KORKUT ve KOPUZU
Her alanda çok üstün yeteneklere sahip olan Dede Korkut, çocukluğundan itibaren bütün müzik aletlerini denemiş, fakat bunların hiç birini yeterli bulmamış. Bütün insanların, hayvanların, tabiattaki bütün olayların ve kâinattaki bütün varlıkların sesine kulak verebileceği, herkesi derinden etkileyebilecek bir müzik aleti yapma arayışına girmiş. Düşünmekten perişan olduğu, yorgun, bitkin düşerek uykuya daldığında, gördüğü bir rüyada kendisine tarif edildiği şekilde kopuzu icat etmiş. Kopuzu tamam olup, tellerinden güzel nağmeler dökülmeye başlayınca yalnız insanlar değil, uçan kuşlar, koşan hayvanlar, esen rüzgârlar, bütün canlılar ve tabiat susmuş, bu kopuzun sesine kulak kesilmişler. O kopuzunu şöyle tanıtır:
Çam ağacı gövdesinden
Kesip yaptığım kopuzum
Kara meşenin özünden
Sap oyduğum kopuzum
Develerin derisinden
Çanak yaptığım kopuzum
Azgın teke boynuzundan
Köprü yaptığım kopuzum
Küheylanın kuyruğundan
Teller taktığım kopuzum
Yaban keçisi derisinden
Örtü yaptığım kopuzum
Ak devenin sütüyle
Yıkadığım kopuzum
Kulaklarından burkarak
Ayar yaptığım kopuzum
Sırrını açıp, sesini
Sınadığım kopuzum
Cihanı gezip tozarken
Yoldaşım olan kopuzum
Yorulup bitkin düşende
Desteğim olan kopuzum
Aç susuz kalacak olsam
Azığım olan kopuzum
Cesaretim kırıldığında
Cesaret veren kopuzum
Dertli ve kederlilere
Neşe saçan kopuzum
Boş vermiş zamaneyi
Ağlatıveren kopuzum
Hasretlilerin çilesine
Teselli olan kopuzum
Yaramazı yola koyan
Yol gösteren kopuzum!
DEDE KORKUT’TAN SELAMLAMA VE GİRİZGÂH!
Evvel sağlığa çalalım,
Sağlık, âfiyet gelsin!
Esenliğe çalalım,
Esenlik gelsin!
Birlik, beraberliğe,
Dirlik düzenliğe çalalım!
Birlik beraberlik,
Dirlik düzenlik gelsin!
Uğura çalalım,
Uğrunuz açık olsun!
İşiniz gücünüz,
Yolunda olsun!
Dostluğa çalalım,
Düşmanlar ve düşmanlıklar yok olsun!
Sizi sevmeyenlerin,
Binlercesi buçuk olsun!
Yüzlerine, ellerine
Hoş ve güzel benler yerine!
Ağrılı ve sızılı, çirkin
Yara ve uçuklar dolsun!
Devlete çalalım,
Devletiniz daim var olsun!
Hak Taala sağlıkla, akılla
Devletinizi artırsın, kemale erdirsin!
Süleyman ve Zülkarneyn
Hanlığı hükümranlığı versin!
Hızır Aleyhisselam
Hikmeti ve bilgeliği versin!
Hak’tan dileriz ki,
Sofranız hep açık olsun!
Beyleriniz bey gibi bey,
Erleriniz er gibi olsun!
Gerçek erlerinizin, erenlerinizin
Sayıları çok, ömürleri uzun olsun!
Gerçek erleriniz erenleriniz
Üç otuz, on yaşını doldursun!
Dostlar, sizin de üç otuz on yaşınız dolsun,
Yaşınız yüzü bulsun!
Tanrı’nın selamı üzerinize olsun!
Canlarım Heeey! Dostlarım Heeeey!
Hak Taâlâ başınıza kemlik, kötülük getirmesin!
Hep iyilikler, güzellikler, nimetler, devletler versin!
Evlat acısı, yurt yoksulluğu,
Çok acı derttir derler,
Kadir Mevlam cümlemize göstermesin!
Sevgili oğuldan, kardaştan,
Tez ayırmasın!
Kuruluk hastalığı,
Kocalık yoksulluğu,
Pek zor şeymiş,
Hak Teâlâ, hiç birinizin başına getirmesin!
Bilip, bilip söyleyenler iş bitirir
Sapa supa söyleyenler baş yitirir
Kadir Mevlam size
İlimler, hikmetler öğretsin!
İki cihanda yüzünü ağartacak
Güzel işler işletsin!
Hayra yöneltsin,
Hayır söyletsin,
Hayır işletsin!
Doğru yolda her engeli aşırtsın,
Her zorluğu başartsın!
Hakkın yandırdığı çerağınız
Sönmesin, hep yansın dursun!
Allah’ın verdiği ümitleriniz
Hiç biz zaman eksilmesin!
Kolunuz kanadınız kırılmasın,
Başınız önünüze eğilmesin!
Yerli kara dağlarınız yıkılmasın!
Gölgeli büyük ağaçlarınız kesilmesin!
Taşkın akan, güzel sularınız kurumasın!
Kadir Tanrı sizi
Nâmerde muhtaç etmesin!
Kötülerden, kötülüklerden,
Dert ve sıkıntılardan uzak kılsın!
Kötülere ve kötülüklere fırsat vermesin!
Koşarken ak boz atınız tökezleyip, sendelemesin!
Vuruşurken kara çelik öz kılıcınız çentilmesin!
Çarpışırken alaca mızrağınız ufalanmasın!
Önünde sonunda, uzun yaşamanın son ucu ölüm!
Ecel geldiğinde Hak Tanrı,
Arı imandan ayırmasın!
Kara ölüm geldiğinde,
Rabbim kolay geçit versin!
Ak pürçekli ananızın
Yeri cennet olsun!
Ak sakallı babanızın
Yeri cennet olsun!
Ak alınla bir kaç kelime
Dua kıldık, kabul olsun!
Âmin diyenler,
Tanrı Taala’nın güzel yüzünü görsün!
Affetmeyi seven,
Affedici Yüce Tanrı,
Derlesin toplasın
Bütün günahlarımızı,
Adı güzel Muhammed Mustafa’ya bağışlasın!
O övdüğüm Yüce Tanrı,
Yar ve yardımcınız olsun!
Maşrıktan mağribe, mağripten maşrıka
Kâffe-i ehl-i imanın ruhlarına
Fatiha okuyanların
İmanları bütün, varacakları yer
Ebedi cennetler olsun!
Canlarım Heeeey!… Dostlarım Heeeey!
DEDE KORKUT’TAN GÜZELLEMELER!
Ağız açıp över olsam Yüce Tanrı güzel!
Tanrı dostu, din önderi Muhammet güzel!
Onun yoldaşları, şerefli ashabı güzel!
Yazılıp, düzülüp, vahiy yoluyla gökten inen!
Tanrı ilmi, Tanrı kelamı Kur’an güzel!
Otuzuncu son cüz başıdır Amme güzel!
Hecesinde düzgün okununca Yâsin güzel!
Kur’anı elden ele gönülden gönüle bize ulaştıranlar güzel!
Muhammedin sağ yanında namaz kılan Ebubekir Sıddık güzel.
O Kur’an’ı derleyip toplayan,
Mushaf yapıp çoğaltan
Bize miras bırakan
Âlimler sultanı Affan oğlu Osman güzel.
Kılıç çalıp din yolunu açan erlerin şahı Şâh-ı Merdân Ali güzel!
Ali’nin oğulları, Peygamber torunları,
Hak yolunda acılar, çileler çektiler,
Kerbela’da Yezidiler elinde şehit oldular
Hasan ile Hüseyin iki kardeş beraber güzel!
Mekke’de çukurca bir yerde yapılmış, Tanrı Evi, Kâbe güzel!
O Mekke’ye sağ varıp, esen gelen imanı bütün hacı güzel!
Sevgili Peygamberimizi koynunda saklayan Medine güzel!
Günlerden cuma güzel!
Cuma günü okununca hutbe güzel!
Kulak verip dinleyince ümmet güzel!
Minarede ezan okuduğunda müezzin güzel!
Diz kırıp oturduğunda insanın helâli güzel!
Sana ak sütünü emziren, kol kanat gerip büyüten ana güzel!
Şakağından saçı ağardığında baba güzel!
Sevgili kardeş güzel, oğul güzel!
Yan tarafta, ev yanına dikilince gelin odası güzel!
Uzunca çadır ipi güzel!
Hiçbir şeye benzemez, cümle âlemi yaratan, Allah Tanrı eşsiz güzel!
O övdüğüm yüce Tanrı, yarınız yardımcınız olsun,
Hepimize medet eriştirsin,
Dostlarım hey!
Yücelerden yücesin,
Yüce Tanrı!
Kimse bilmez nicesin,
Güzel Tanrı!
Sen anadan doğmadın,
Sen babadan olmadın,
Atan, deden, neslin yok!
Boyun, bosun, cismin yok!
Kimseden rızık yemedin
Kimseye zor göstermedin
Aziz Tanrı!
Her yerde birsin, teksin,
Sen Allah u Samedsin
Her dem Dâim, Bâkîsin
Âdem’e taç giydirensin
Şeytan’ı lanetleyip sürensin!
İbrahim’e ateşi gülistan edensin!
Ululuğuna sınır yok
Anan, baban, neslin yok
Boyun, bosun cismin yok
Vurduğunu ulutmayan
Ulu Tanrı!
Bastığını belli etmeyen
Belli Tanrı!
Kaldırdığını yücelten
Güzel Tanrı!
Kızdığını kahreden
Kahhar Tanrı!
Medet, yardım, inayet yalnız Senden!
Karanlık gecede yolumu kaybetsem,
Benim ümidim yalnız Sensin, Allah!
Birliğine sığındık Rabbimiz Tanrı!
İşlerimizi Sen yoluna koy!
Rabbimiz Tanrı!
Allah Allah Yücesin!
Kimse bilmez nicesin!
Çok cahiller Seni gökte arar, yerde isterler,
Sen göklere ve yerlere sığmazsın!
Sen müminlerin gönlündesin!
Yücelerden Yüce Tanrı!
Kimse bilmez nice Tanrı!
Hem evvel, hem âhir Tanrı
Daim duran, Cebbar Tanrı
Ayıp örten, Settar Tanrı
Keremi çok, Kerîm Tanrı
Gücü sonsuz, Kadir Tanrı!
DEDE KORKUT’A GÖRE DÜNYA
Cihan geniş, gözün görmez
Ona senin, hükmün geçmez
Kimseye yok acıması
Yanar söner yangınları
Dünyanın önün bilen yok
O günlerden hiç gelen yok
Başı sonu uzak bize
Tuzak kurar hepimize
Bu dünya bir görüntüdür
Hep tuzaklarla yüklüdür
Kaçsan da hiç kurtuluş yok
Bu girdaptan hiç çıkış yok
Bu dünya bir yanardöner,
Biri yanar, biri söner
Geçicidir gelir geçer
Beslediğin kanın içer
Görüntüler gelir geçer
Biri gelir, biri gider
Bu dünyaya gelen kalmaz
Burda konan, burda durmaz
Bu dünya daha çok yaşar
İnsan, hayvan gelir geçer
Bu dünyayı tutan yoktur
Dediklerim benim haktır
DEDE KORKUT’A GÖRE İNSAN
İnsan doğar anasından
Kaçamaz dünya hırsından
Bu dünyayı tutmak ister
Yiyip içer kendin besler
Zar zor büyür de yetişir
Hizmet eder, hep çalışır
İnsan türlü devran sürer
Sağa sola kendin vurur
İnsan ev tutar, evlenir
Devir sürer, evre erer
Türetir nâme destanlar
Sanırsın bahçe bostanlar
Gün gelir, torunlar görür
Fırsatları yele verir
İnsan böyle ömür sürer
İyi, kötü, yaşar, gider
Günü dolar, solar gider
Kaza çatıp, ecel yeter
Helal, haram toplar malı
Ömür bitmiş, işler başlı
Adam kaçar, ecel tutar,
Onu kara yere katar
Yığdığı mal kalır burda
Hesabını verir orda
Ecel, gözler yollarını
Ölüm, saklar yaraları
İzince kalır varlığı
Varsa iyi bir evladı
Oğlu sahip olur yurda
Ölen kalmaz yavuz derde
Benim diyeceğim şudur
Her canlı bir kızıl güldür
İnsanoğlu türlü türlü
Kimi iyi, kimi kötü
Bazıları garip olur
Bazıları garip ölür
Bazıları hanlık eder
Nicesini kuma karar
Bazıları bey oldular
En sonunda vay oldular
Bazıları ben, ben dedi
Ulus sırtından geçindi
Bazıları düşman oldu
Geç anladı pişman oldu
Bazıları neşelidir
Şarkı türkü söyler durur
Bazıları yalancıdır
Bazısı çok doğrucudur
Bazıları böbürlenir
Vara yoğa çok övünür
Bazıları alp olurlar
Alpliğin de düşmanı var
Kimdir dersen iyi yiğit
Bilge olur iyi yiğit
Fayda sağlar, kârın alır
Vuruş eder, öcün alır
İnsan olan, Hakkı görür
Çilesini, hayra yorar
İnsan eder büyük hizmet
Başından savar bin bir dert
Duaya layık iş işler,
Gül dalında bülbül öter
Adam yapar, imaretler
Ne de güzel minareler
Güzelliği gören adam
Yaşamayı bilen adam
Âşık olup seven adam
İyi miras koyan adam
Karısına yârim diyen,
Yavrusuna vârım diyen
Bebek çocuk saklayan
Ebedi yaşam sağlayan
Adam sahipse sözüne
Hizmet eder kendözüne!
DEDE KORKUT’A GÖRE İYİLİK VE İYİLER
Kim olursa vefakâr
Dostuna verir değer.
Sen de kadir kıymet bil!
İyi, kötü ayır, bil!
Hep iyilik dileyin!
Kötüye yol vermeyin!
İyilerle bir olun!
İyilere yol verin!
Yer iyisi yaza benzer,
Yâr iyisi bahta benzer
İyilere doyum olmaz
Ne kadar övülseler az
Sözler yetmez iyileri övmeye
Gönül gerek bu sırlara ermeye
İyi ad kazanandan, iyi ad kalır
Kötülerden, sıkıntı ve dert kalır
Bütün canlar, iyi dileklerle dolsunlar
Şen olsunlar, oynasınlar, gülsünler
DEDE KORKUT’A GÖRE KÖTÜLÜK VE KÖTÜLER
Kötülere yanaşma!
Kötülüğe bulaşma!
Kötü hiç kurulmasın
Dileyin var olmasın!
Belalara dalmayın!
Başınıza sarmayın!
Sonra gelir yerleşir;
Seni yer de gelişir.
Kötülüğün sonu kötüye varır
Derdi, sıkıntısı sonradan gelir
Onu hiç alan olmaz;
Kötülerle yaşanmaz!
Almak kolay, satmak zor;
O belayı savmak zor!
Başınıza kalmasın;
Ömrünüz kararmasın!
Yerleşir kovamazsın;
Kimseye satamazsın!
Kolay kurtulamazsın;
Başı kurtaramazsın!
Gülleri soldurmayın;
Dikeni sulamayın!
Fesatçılık etmeyin;
Kötü yola gitmeyin!
Biz verdik öğüdümüzü
Tanrı’m versin emelinizi!
DEDE KORKUT’A GÖRE ATA SÖZLERİ!
Ataların sözü Kur’an’a girmez ama Kur’an’ın yanında yalım yalım yalışır.
Atalar sözünü tutmayanlar dünyada yabana atılır, ahirette de ateş halkına katılır.
Allah Allah demeyince işler düzelmez!
Kadir Mevlâ vermeyince, er zenginleşmez.
Ezelden yazılmamışsa, kul başına kaza gelmez!
Azıp gelen kazayı, belayı, Tanrı’dan başkası savamaz!
Ecel vakti ermedikçe, hiç kimse ölmez!
Ölen adam bu dünyada dirilmez, çıkan can geri gelmez!
Gönlüne benlik yerleşen kişide, devlet olmaz!
Büyüklük taslayanı, Yüce Tanrı da sevmez!
Allah, kibirlinin işini gücünü rast getirmez!
Sensiz, bensiz biz olmaz!
Bir yiğidin kara dağ yumrularınca malı olsa;
Yığsa, derlese, toplasa, nasibinden fazlasını yiyemez!
İnsan, malı mülkü çok olmakla, cömert olmaz!
Kerem ehli ve cömert olmak, malın azlığına çokluğuna bakmaz!
Er malına kıymadıkça, adı iyiye çıkmaz, iyilikle anılmaz!
Yalnız kendi aklını, sözünü beğenenler, yüzlerine kir getirir!
Ürmesini bilmeyen it, sürüye kurt getirir!
Oğul babanın yerine yetişenidir, babasının yerini tutanıdır.
Gerçek oğul atasının sırrıdır, iki gözünün biridir.
Oğul ile kız insanın çiçeği, gözünün akı ile karasıdır.
Atalarının şanını şöhretini yücelten, soyuna, sopuna iyi örnek olan,
Hayırlı evlattan daha büyük servet olamaz!
Böyle devletli oğul, Allah’ın insana en güzel armağanıdır!
Atalarının adına leke süren hayırsız, hoyrat evlat, ata belinden inince,
Ana rahmine düşmese daha iyiydi!
Böyle hayırsız evlat, ana rahmine düşünce,
Doğmasa daha iyiydi!
Devletli oğul, senin de ocağının korudur.
Okluğunda okundur; elin, kolun, ayağındır; muradındır, yarınındır.
Devletsiz oğul, ocakları söndürür.
Oğul da neylesin, aile terbiyesi görmemiş, babadan mal kalmamışsa?
Baba malından ne fayda, başta devlet olmazsa?
Devletsizlik şerrinden, cümlemizi Allah saklasın!
Kız anadan görmeyince öğüt almaz!
Oğul babadan görmedikçe sofra salmaz!
Anadan örnek almamış kız, babadan talim görmemiş oğul nasıl kötü olmaz!
Eloğlunu beslemekle oğul olmaz!
Güveyiden oğul, gelinden kız olmaz!
Gün gelir seni bırakır gider, gördüm demez.
Eski pamuk bez olmaz; eski düşman dost olmaz!
Kara koç ata kıymayınca yol alınmaz!
Kara çelik öz kılıcı çalmayınca düşman geri dönmez!
Külden tepecik olmaz!
İğne deliğine biz (kalın halat) olmaz!
Gülbeşeker tatlısına soğan konmaz.
Kara eşeğe gem vurmakla rahvan giden at olmaz.
Halayığa, has ipekten elbiseler giydirmekle bey hanımı yapılamaz.
Kar, ne kadar çok yağsa da yaza kalmaz!
Ağaçların çiçekleri öyle durmaz!
Zümrüt yeşili çimenler, güze varmaz!
Kara koç ata kıymayınca yol alınmaz,
Kara çelik öz kılıcı çalmayınca düşman dönmez.
DEDE KORKUT’TAN BİRLİK VE BERABERLİK EZGİLERİ!
Yağmurlar ne kadar bol yağsa; seller, dereler, çaylar, ırmaklar, nehirler ne kadar çok çağlayıp çoşsa;
Gürüldeyip aksa da; denizleri doldurup taşıramaz, denizin suyunu artıramaz!
Bilgelerle, danişmentlerle atışıp tartışanın dini, imanı gider!
Hak ehli, gönül ehli yiğitlerle atışanın adı, sanı yiter gider!
Devletli beylerle vuruşanın başı ve malı yiter gider!
Kalabalık, gürültülü yerde söylenen söz yiter gider!
Yollarda izlerde, yalnız yürüyenin özü yiter gider!
İlinle et dirlik, birlik!
Sakın çıkarma ikilik!
İlinle ol ağzı bir!
İhtilafı kötü bil!
İhtilaflar tek çözülmez!
Daim işler böyle gitmez!
Ayrılırsan eğrilirsin
Bahtını sen kaçırırsın
İl’inden düşersen uzak!
Düşman duyar, kurar tuzak!
Dostlarını terk edersen
Düşmanınla tek kalırsın
Düşman göz dikmiş üstüne
Hiç durmaz varır kastına
Düşmanlar bekler pusuda
Kalırsın ayak altında
Kim yetişir imdadına
Kim karşı kor düşmanına
Yetişen seni yağmalar
Tek kalan çamura batar
Gelin kulak verin bana!
Düşman dokunmasın sana
Tanrı sevmez ihtilafı
Lanetler ayrılıkçıları
Huzursuzluk çıkarma!
Kötü yolda dolanma!
Türk Milletinin Ulu Bilgesi Dede Korkut, sembolik bir anlatımla Türk milletini yüzlerce, hatta binlerce yıllık bir süreç sonunda, yüzlerce etnik grubun, kavim ve kabilenin, boyların, soyların, urukların, turukların çağlayıp coşarak birbirine kavuştuğu, aynı idealler, ilkeler ve ülküler etrafında birbirine kenetlendiği, bir ve beraber olduğu çok büyük bir denize, ummana, okyanusa, deryaya benzetiyor.
Türk Milleti, sayılamayacak kadar çok etnik grupların, boyların, soyların, kavim ve kabilelerin çağlayıp coşarak uçsuz bucaksız bir denize, ummana, okyanusa benzeyen büyük Türk birliğine katılmasıyla oluşmuş, böylece dünyanın en büyük milleti meydana gelmiştir. Bu oluşum, aynı zamanda Allah’ın bizden oluşturmamızı istediği İbrahim Milleti ile aynı anlama gelir. Bir kere oluşumundan sonra bunun varlığını kıyamet sabahına kadar sürdürmesi umulur ve beklenir. Ona katılmak isteyen herkes, her zaman, onun koynunda kendisine mutlu, huzurlu, güvenli bir yer bulabilecektir. Bu oluşum, sonsuz bir okyanus gibi, yeni katılımlarla ne kadar dolarsa dolsun, asla taşmayacak, hep gelişmeye ve büyümeye devam edecektir.
Bu anlamdaki Türklük, hiçbir zaman eritici, yok edici bir birlik olmamış, tam tersine hep yeniden var edici ve diriltici bir yapı olmuştur. Türk siyasi birliğinin bu birleştirici, bütünleştirici, diriltici, var edici yapısı İslam’la özdeş hale geldikten sonra çok daha belirgin olmasına rağmen İslam öncesi dönemde bile az çok benzer bir durum söz konusuydu. Nitekim 50 yıllık Çin esaretinden sonra, babası döneminde yeniden bağımsızlığına kavuşan Göktürk İmparatorluğunun bu özelliğini Bilge Kağan şu sözlerle ifade eder: ‘Babam Kağan, Türk Milletini, bütün kavim ve kabileleriyle yeniden var etti!’
Türk birliğine ve siyasi ittifakına katılan herkes, tarih boyunca kan bağına, etnik kökenine, ırkına, diline, dinine bakılmaksızın Türk sayılmışlardır. Bu birliğe katılmayanlar, katıldıktan sonra ayrılanlar ve düşman olanlar ise kim olurlarsa olsunlar, yabancılaşmış Türk düşmanları olarak algılanmışlar ve öyle muamele görmüşlerdir. Yine Orhun Abidelerindeki ifadelerden Türk sayılıp sayılmamakta, kan bağının ve etnik kökenin değil, bu birliğe ve ittifaka, ortak değerlere, ülkü ve ideallere katılıp katılmamanın ölçü alındığı net bir biçimde anlaşılmaktadır.
Türk Milletini millet yapan birlikte yaşama ve var olma iradesinin, birlik ve beraberlik duygusunun temel dayanağı etnik köken değil, asırlar boyunca birlikte oluşturulmuş ortak değerlerler ve dünya görüşü iken, en sonunda İslam ortak değer ve payda haline gelmiştir. Aynı inançları, değerleri, ülkü ve idealleri paylaşmayan kimseler, Türkçe konuşsalar, en soylu, en saygın kabul edilen, en tanınan bilinen etnik kökenlerden gelseler, hatta aynı ana babanın evladı olsalar bile Türk sayılmamışlardır. Bu ortak inanç ve ideallerde, ülkü ve ideallerde, değerlerde, birleşip bütünleşemeyenleri, uzlaşamayanları, hiçbir kan bağının, hiçbir çıkar ve menfaatin birleştiremeyeceğine, bir ve beraber yapamayacağına, birlikte yaşatamayacağına inanılmıştır.
Türklüğün oluşumunda, gelişiminde ve kemale ermesinde İslamiyet’in çok büyük ve çok önemli bir rolü ve katkısı olmuştur. Türklük İslam’la kemale ermiş, bundan sonra artık ona nerelerden kimler akın edip gelirse gelsin, ne kadar çok dolarsa dolsun, asla taşıp dökülmeyen engin bir denize, çok bir büyük okyanusa dönüşmüştür. Hep artan ama hiç eksilmeyen, hep çoğalan ama hiç azalmayan, hep büyüyen ama hiç küçülmeyen, varlığını kıyamet sabahına kadar sürdürecek dünyanın en büyük milleti, İbrahim milleti haline gelmiştir. Tarihi tecrübeler, Türklük okyanusuna karışanların asla yitip kaybolmadıklarını, hiç eksilip tükenmediklerini, küçülüp zayıflamadıklarını, hiçbirinin kaybetmediğini, önemsizleşmediğini, eriyip yok olmadığını göstermiştir. Aksine hepsi, her zaman eskiden olduklarından ve tek başlarına olabileceklerinden hadde, hesaba sayıya sığamayacak kadar daha fazla büyümüşler, artmışlar, çoğalmışlar, olgunlaşmışlar, kemale ermişler, gelişip güçlenmişler, kuvvetlenmişler, o büyük yapı, varlık ve birlik içinde kendi varlıklarını da garantiye almışlardır. Ona katılmakla hiç kimse en ufak bir zarara ve kayba uğramamış, hep kazanmıştır. Ona katılanların kazançları, her zaman matematik hesaplarla bile ölçülemeyecek kadar fazla olmuştur. Bu birlik öyle 1+1=2 şeklinde toplanarak artan bir birlik olmamış; 11, 111, 1111 gibi birleştikçe ona katılanların değerlerini ve kazançlarını onu oluşturan unsurların toplam değerleriyle ölçülemeyecek oranda artıran bir birlik olmuştur. Bu birlik, ezici, eritici, yok edici, dışlayıcı bir birlik değil, uzaklaştırıcı, barıştırıcı, bütünleştirici, güven, huzur ve barış verici bir birlik olmuştur.
Coşkun akan sular seller nasıl ancak engin denizlerde huzur ve rahat bulabiliyorsa, ona koşanlar da onun bağrında kendilerine öyle güzel, uzlaştırıcı, huzurlu, mutlu bir yer bulabilmişlerdir. Bir su damlası denizin içindeyken nasıl deniz sayılıyorsa, Türklük şuuruna eren herkes de geçmişine, evveliyatına bakılmaksızın öz be öz Türk sayılmıştır. O birliğe ne zaman katıldığına, ne zamandan beri o birliğin içinde olduğuna bakılmaksızın Türk olmanın mefâhirine, şanına, şerefine hepsi eşit şekilde ortak olmuşlardır. Ondan ayrılanlar da bunların hepsinden ayrılmış, tamamen soyutlanmış, yabancılaşmış sayılmışlardır. Denizden veya okyanustan ayrılan, çekilip koparılan bir damla artık nasıl deniz ve okyanus özelliğini yitirirse, Türklük şuurunu yitiren herkes de bu özellikleri ve kazanımları yitirmiş olur.
BİRLİK VE BERABERLİK ŞUURUNUN SONRAKİ NESİLLERE YANSIMALARI
Bu birlik ve beraberlik şuuru, yalnızca Dede Korkut’la sınırlı kalmamış, onun yolunu izini takip eden sanatçılarımızın, ozanlarımızın da ortak ideali ve ortak konuları olmuştur. Mevlana Celaleddin-i Rûmi de birlik ve beraberliğin ancak ortak bir din, inanç ve idealle, yani İslam’la sağlanabileceği gerçeğini şöyle ifade eder:
‘Hakka ve hakikate gerçekten inananlar kolay kolay bölünmezler. Herhangi bir sebeple bölünmüş olsalar bile uzun süre bölük pörçük kalamazlar, önünde sonunda yine birleşirler. Hakta hakikatte birleşemeyenler, anlaşamayanlar, zıt görüşte olanlar ise; ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar aralarında sağlam ve sürekli birlik ve beraberlik oluşturamazlar. Bu yöndeki bütün emekleri boşa gider. Geçici olarak birleşmiş görünseler de bu birlik sürüp gidemez, er geç yine bozuşurlar.’
Ortak inançlarda, ideallerde, duygu ve düşüncelerde birleşemeyenlerin birbirleriyle konuşmalarından, görüşmelerinden, sohbetlerinden asla uyum, anlaşma ve uzlaşma çıkmaz. Sadece daha büyük uyuşmazlıklar, anlaşmazlıklar ve düşmanlıklar çıkar. Birbirlerinin dilini ne kadar iyi bilirlerse ve birbirleriyle ne kadar çok konuşurlarsa, birbirlerinden o kadar çok uzaklaşırlar. Bu önemli gerçeği bu millet, binlerce yıllık sayısız tecrübeleri sonunda, bizzat yaşayarak öğrenebilmiştir.
Bir devletin, millet ve memleketin en büyük gücü ve zenginliği, milli birlik ve beraberliğidir. Toplumsal barış, dirlik ve düzen ancak birlik ve beraberlikle sağlanır. Aşık Paşa’nın (1272-1353):
Pes bilin: Yalnız kişi güçsüz olur,
Birikenin devleti uçsuz olur.
dediği gibi birlik ve beraberlikten devlet, güç, kuvvet, kudret ve emniyet doğar.
İnsanca yaşamanın yolu, birlik ve beraberlikten geçer. Birlik beraberlik her şeyin başıdır. Her türlü ilerleme ve gelişme birlik ve beraberlikten, birlik ve beraberliği sürdürmekten geçer. Baş başa vermeyince taş yerinden oynamaz. Her başarı, birlikte elbirliğiyle gönül birliğiyle çalışmakla, fikirde, sözde ve işte birlikle ve beraberlikle kazanılabilir:
‘Zıtların sulhuyla mümkündür hayat,
Zıtların cengiyledir lakin memat! (ölüm)” (Mevlana)
Başta Türk Milletinin ulu bilgesi Dede Korkut olmak üzere, Türk Milletinin özünü ruhunu, yani derin milleti temsil eden bütün önemli şairlerimiz, ozanlarımız, ilim ve fikir adamlarımız hep birlik ve beraberlik havaları çalmışlar, birliğin, beraberliğin devamına çok büyük önem vermişlerdir. Bunun bozulmasını, zarar görmesini de bütün felaketlerin başı olarak saymışlardır. Birlik ve beraberlik fikrinin, düşüncesinin, ülkü ve idealinin formüle edildiği, sloganlaştırıldığı, şiar, slogan, düstur haline getirildiği sayısız beyitler, şiirler, deyimler, özdeyişler, atasözleri vardır. Bunlar halkın geniş kesimleri tarafından genel kabul ve rağbet görmüş, o yüzden de hiç eskimeden günümüze kadar gelebilmişlerdir:
‘Varlık birlikle yaşar!’, ‘Düzen bozulunca, yıkım yıkım üstüne gelir!’, ‘Rahmet düzene, lanet bozana!’, ‘Sensiz bir eksiğiz, seninle tamız!’, ‘Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için!’ ‘Gelin canlar bir olalım!’, ‘Bir olalım, beraber olalım, daha iri ve daha diri olalım!’ gibi atasözleri ve özdeyişler bunlardan bazılarıdır.
Türk Milletini bütün etnik unsurlarıyla, boylarıyla soylarıyla, kavim ve kabileleriyle, uluslarıyla var eden, varlıklarını bugüne kadar sürdürmelerini sağlayan da bu eğilimdir. Her zaman bu birliği bozmanın en büyük fitne ve fesat olacağına, buna asla imkân ve fırsat verilmemesi gerektiğine, ayrıca bunun en büyük zararlarının da öncelikle onu bozanlara, bozmaya çalışanlara olacağına, şimdiye kadar bunun hep böyle olduğuna, bundan sonra da böyle olacağına inanılmıştır. Dede Korkut ve onun izinde giden ozanlarımız, Türk Milletinin birlik ve beraberliğini bozanların, bozmaya çalışanların; dininin, imanının, ırzının, namusunun, kanının, canının, malının, mülkünün, adının, sanının, şanının, şöhretinin, şerefinin, özünün, sözünün, dilinin, emeğinin, gayretinin, kısacası her şeyinin yitip, heder olup gideceğini, böylelerine Allah’ın rahmet, başka insanların ve Müslümanların da merhamet etmeyeceğini, varlıklarını asla sürdüremeyecek olan böylelerinin ardından yerlerin ve göklerin bile ağlamayacağını asırlardan beri bazen sembolik ifade ve anlatımlarla, bazen de açıktan açığa ama sürekli olarak işlemişler ve dillendirmişlerdir.
MEVLANA’DAN BİRLİK VE BERABERLİK EZGİLERİ
Beni yabancı bilmeyin, ben de artık bu ildenim,
Bir ocak da ben yakmak için, ülkenize gelmişim.
Farsça konuşan, yazan ama Türk asıllı biriyim.
Siz beni düşman görseniz de ben size düşman değilim!
Beri gel beri, daha beri, daha beri!
Bu yol vuruculuk böyle, nereye dek?
Bu hır gür, bu savaş, nereye dek?
Sen bensin işte, ben de senim ya!
Ne diye bu direnme böyle, ne diye?
Dostum!
Her zaman topluluğa dost ol!
Topluluktan, birlik ve beraberlikten sakın ayrılma!
Engin bir deniz olmak varken,
Kendi başına zavallı tek bir katre olmaya razı olma!
Mademki denizi özlüyorsun, öyleyse katreliği yok et gitsin!
Eğer dostun yoksa niçin aramıyorsun?
Eğer dost buldunsa niçin sevinmiyorsun?
Topluluk içinde olursan ve içinde bulunduğun topluluk ne kadar büyük olursa o kadar güvende olursun…
Bu yüzden bir dost bulamazsan, bari taştan bir dost yont da, onu sev!
Peygamberler bile hep topluluklarla çalıştılar, kendilerine ümmet aradılar.
Tek başlarına kalmamak için insanları sürekli Allah’ın yoluna çağırdılar.
Mucizeler göstererek, bu dosdoğru yolda yoldaşlarını artırmaya çalıştılar.
En iyi en güzel işler, en hayırlı sonuçlar, hep en iyi topluluklardan meydana gelir.
Hazreti Peygamber: ‘Topluluk rahmettir, ayrılık azap!’ buyurmuş.
Herkesin bu gerçeğin farkında olduğunu sanarız, hâlbuki hiç de öyle değildir.
Eğer herkes topluluğun, birlik ve beraberliğin rahmet,
Ayrılık ve tefrikanın azap olduğu gerçeğinin farkında olsaydı, Hazreti Peygamber boş yere bunu dile getirmezdi.
Çünkü Peygamberin şanı faydasız, boş ve abes şeyleri anmaktan yücedir.
Temiz canların, bir araya gelip topluluk oluşturmalarıyla çok büyük eserler ve faydalar elde edilir.
İnsan, ne kadar üstün niteliklere sahip olursa olsun, tek başına ve yalnızken bu eserler ve faydalar hâsıl olmaz.
İnsanın dertlerini paylaşabildiği iyi ve güzel dostları çoğaldıkça, derdi azalır.
Bu yüzden hayırlı arkadaş yalnızlıktan hayırlıdır.
Ama nice insanlar da yanlış dostlar yüzünden yol sapıtmışlardır.
Bu yüzden de yalnızlık, kötülerle yoldaş ve arkadaş olmaktan hayırlıdır. Akla düşman olan yoldaş, yoldaş değildir.
O, sürekli senin elbiseni, değerli eşyalarını kapıp kaçmak için, bir fırsat kollar.
Seninle beraber gider ama amacı bir aşılmaz bele, geçit vermez dar bir boğaza geldiğinizde senin varını yoğunu yağma etmektir.
Yahut da o yoldaş sandığın kimse, görünüşte cesurdur ama korkağın ta kendisidir.
Çözümü zor ve sıkıntılı bir problem, aşılması güç, sarp bir engelle veya sıkıntılı bir işle karşılaştın mı?
Hemen gerisin geri dönmek için sana akıllar, dersler vermeye kalkar. Korkaklığından dostunu da korkutur.
Böyle yoldaşı da düşman bil, dost değil!
Yoldaki bu korkular, unu kepekten ayıran elek gibi,
İnsanların da yüreklilerini yüreksizlerinden, iyilerini kötülerinden ayırt eder.
Bu yol, daha önce gidenlerin ayak izleriyle dopdolu, sağlam bir yoldur.
Gerçek dost da yüceliklere uzatılmış merdiven gibidir.
Aklıyla, rey ve tedbiriyle sana her an yol gösterir, seni yüceltir.
Düşmanın amacı, seni önce bütünden ayırmak,
Kimsiz, kimsesiz, sahipsiz bir parça haline getirmek,
Sonra da bir kenarda rahatça başını yemek, helak etmek, mahvedip gitmektir.
Öyleyse, seni birlikten beraberlikten ayırmak için söylenen her sözü, düşmanların hilesi bil!
Bil ki topluluktan bir an bile ayrılmak şeytanın hilesindendir.
Bir kuzu, sürüden ayrılıp, tek başına bir yol tutarsa,
Kurtlar onu hemen kapıp yiyiverirler.
Kurtlardan daha vahşi yırtıcılarla dolu şu dünyada,
Topluluktan ayrılanlar, birlik ve beraberliği terk edenler,
Söyleyin, öncelikle kendi başlarını yemezler mi?
Kendi kanlarını dökmezler mi?
Tek başına, yolsuz, yoldaşsız kalan,
Helak olup gitmiş demektir.
Tutalım ki sen, akıllı, tedbirli, ihtiyatlı bir kimsesin de, yolda seni kurtlar kapmadı. İyi ama toplulukla beraber olmadıkça, o topluluk içinde bulduğun neşeyi tek başına bulamazsın ki!
Bir yolda yalnız olarak güle oynaya giden tek kişinin neşesi, aynı yolu dostlarıyla, yoldaşlarıyla giderse en az yüz kat artar.
Kervandan ayrılıp, aynı yolu yalnız gitmeye kalkarsa, o yol ona yüz kat daha uzar, yorgunluk ve çilesi de o derece artar.
İnsanın yeni dostları pek yüce, pek ulu olsa bile yine de eski dostlarını unutmamalıdır.
Dostlarını unutup terk edenler düşmanlarını sevindirirler.
Düşman, senin dostlarından ayrılıp uzaklaştığını gördükçe ve duydukça,
Öyle sevinir, öyle sevinir ki, sevincinden âdeta derisine sığmaz olur.
Aklını başına al da, düşmanları sevindirecek işler yapma!
Ey gönlünü sevgiliden ayıran dostum!
Dosttan yüz çevirmek sanki daha mı iyi oldu?
Sen gönlünü dostundan ayırdın diye?
Düşman, sevincinden derisine sığmıyor.
Dostlar, dostlar! Birbirinizden ayrılmayın!
Sakın ola ki ayrılık havaları çalmayın!
Hep birlik ve beraberlik havaları çalın!
Kaçıp uzaklaşma heveslerini kafanızdan atın!
Mademki hepiniz birsiniz, ikilik havası çalmayın!
Vefâ sultanı emrediyor: ‘Vefâsızlık etmeyin!
YUNUS EMRE’DEN:
Hırsına kapılanlar
Nefse esir olanlar
Kendi tatlı canına
Yavuz yoldaşa benzer
Burada çoktur hayal
Vasfına yoktur mecal
Hayale aldananlar
Sıcakta kara benzer
Olmaz yere verdin gönül,
Dost neylesin senin ile
II. BEYAZIT’TAN:
Kendi kendine ettiğin âdem,
Bir yere gelse, edemez âlem!
YAVUZ SULTAN SELİM’DEN:
Milletimde ihtilâf-u tefrîka endişesi,
Gûşe-i kabrimde hattâ bîkarar eyler beni.
İttihatken savlet-i a’dayı def’e çaremiz,
İttihad etmezse millet, dâğidâr eyler beni.
(Milletimin arasında ihtilaf, çatışma ve bölünme çıkacak korkusu ve endişesi, beni sadece dünya hayatımda değil, öldükten sonra, mezarımın köşesinde bile rahatsız ve huzursuz eder. Bizim düşmanlarımızın saldırılarını birlik ve beraberlikle savmaktan başka hiçbir çaremiz yokken, milletin birlik ve beraberlik içinde olmaması, bana kızgın demirlerle dağlanmış gibi acı verir.)
BİRLİK DESTANI
ÂŞIK VEYSEL
Allah birdir, Peygamber Hak!
Rabbül âlemindir mutlak!
Senlik, benlik nedir bırak!
Söyleyim geldi sırası…
Kürdü, Türkü ne Çerkezi;
Hep Adem’in oğlu kızı…
Beraberce şehit gazi;
Yanlış var mı ve neresi?
Kuran’a bak, İncil’e bak!
Dört kitabın dördü de Hak!
Hakir görüp ırk ayırmak;
Hakikatte yüz karası!
Yezit nedir ne Kızılbaş?
Değil miyiz, hep bir kardaş?
Bizi yakar, bizim ataş;
Söndürmektir tek çaresi!
Kişi ne çeker dilinden;
Hem belinden hem elinden;
Hayır ve şer emelinden;
Hakikat bunun burası!
Şu âlemi yaratan bir!
Odur küllü şeye kadir!
Alevi Sünnilik nedir?
Menfaattir var varası!
Cümle canlı bu topraktan;
Var olmuştur; emir Haktan!
Rahmet dile sen Allah’tan!
Tükenmez rahmet deryası!
Veysel, sapma sağa sola!
Sen Allah’tan birlik dile!
İkilikten gelir bela!
Dava insanlık davası!
YİNE AŞIK VEYSEL’DEN
Bu nasıl kavgalar, çirkin dövüşler?
Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız.
Yolumuza engel olur bu işler;
Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız.
Hedef alıp dövüştüğün kardaşın.
Seni yaralıyor attığın taşın.
Topluma zararlı yersiz savaşın.
Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız.
DEDE KORKUT’TAN ÖĞÜTLER:
Er oğul, çağırılmadığı yerlere varmasın!
Bir lokma için saygınlığından olmasın!
İnsan olma şerefini bin kızıl altına değişmesin.
Kadrini kıymetini yere düşürmesin!
Değerini bilsin, yüce tutsun eksiltmesin!
Aslını, kökünü bilmediği yerden kız almasın!
Uruğunu, turuğunu tanımadığı soya kız vermesin!
Kızoğlanın yüzsüzü, kov iletir, kov getirir.
İki komşuyu birbiriyle çekiştirir, titiz eyler.
Hak Teala yavuz, yüzsüz, utanmaz avrat kazasından belasından hepinizi beklesin, saklasın!
Ne kadar daralsa, bunalsa da varıp,
Sonradan görme, kursağı daracıklardan
Utana sıkıla üç kuruş borç para istemesin!
Böyle mürüvvet bilmez, sözünde durmaz, öğüt almaz, halden anlamazlar ya vermezler seni mahcup ederler;
Ya verirler ama alacaklarını da tutar, denk düşsün düşmesin, yeri olsun olmasın, cebinde bulunsun bulmasın, seni utandırıp istemeye kalkarlar;
Düğün dernek demezler, utanıp sıkılacağını hesap etmezler, çıkar karşına dikilirler;
Mürüvvetsizlik edip, seni utancından yere geçirir, yüzünün suyunu dökerler.
Benim sende şu kadar alacağım vardı, şunu artık versene deyiverirler.
Böyle mürüvvet bilmez kişilerden döven süren öküz yeğ!
Denliliğini densizliğini tanımaz arsızlardan yakası yarık, kolu kırık, kılı kopuk kopuz yeğ!
Namaz kılmaz kocadan küllükte yuvarlanmış eşşek yeğ!
İyilik bilmez adamdan uyuz olmuş, pisliğe bulanmış köpek yeğ!
Çok söyleyen karıdan, dibi göçmüş güveç yeğ!
Kadınların yüzsüzü, kov iletir, kov getirir.
İki komşuyu birbiriyle çekiştirir, titiz eyler.
Hak Teala yavuz, yüzsüz, utanmaz avrat kazasından belasından
Sizleri de korusun, beklesin, saklasın!
İyi at binemeyen, düşmanını yenemez!
Rahvan soylu atlara, nâmertler atlayıp binemez,
Binecek olsa,
Binmese daha iyi!
Çalabilen koç yiğide, kılıç, ok, yay gerekmez, basit bir çomak da yeter!
Korkak namert elinde keskin kılıç iş görmez!
Namert o kılıcı çalamaz,
Çalacak olsa,
Çalmasa daha iyi!
Otların hepsi şifalı ve besleyici değildir, zehirlileri de vardır!
Atların bile yiyemediği o acı, zehirli otlar, bitip çiçeklenince,
Büyümeseler daha iyi!
Acı, tuzlu sular derya olup taşsa da işe yaramaz.
İçtikçe daha da susatır, susuzluğu kandırmaz.
İnsanların içemedikleri acı sular sızınca,
Sızmasa daha iyi!
Yalan söz söylenip, yalan söz dinleneceği yerde, hiç söylenmese,
hiç dinlenmese daha iyi!
Yalancılar, yeryüzünde gezip dolaştıkları, insanları aldatıp kandırdıkları yerde, dolaşamaz olsalar,
Yerin yedi kat dibine geçseler daha iyi!
Misafir ağırlanmayan kara evler, yıkılsalar daha iyi!
Gerçek erler, erenler üç otuz on yaşını,
Doldursalar daha iyi!
Dostlar, sizin de üç otuz on yaşınız dolsun,
Yaşınız yüzü bulsun!
Hak Taâlâ başınıza kemlik, kötülük getirmesin!
Devletiniz devamlı olsun!
Adam olursan at al
Dostlarına sofra sal
Aç gördüğünde doyur,
Çıplak görürsen giydir.
Yolda kalmışı yedir
İhtiyacını gider
İl, ülkenle birlik ol
Zor günde onlarla ol
Dostlarını terk etme
Düşmana fırsat verme
Huzursuzluk çıkarma
Kötü yollarda olma
NEYİ KİMDEN SORMALI?
Hangi kırların, otlakların otunun daha iyi olduğunu;
Geyiğe sor!
Geyik bilir.
Yeşermiş çimenlerin, yeşil vadilerin yerini,
Yaban eşeğine sor!
Yaban eşeği bilir.
Ayrı ayrı yolları, izleri,
O yolları gidip gelen deveye sor!
Deve bilir.
Yedi derenin ayrı ayrı kokularını,
Tilkiye sor!
Tilki bilir.
Hasret acısının ne olduğunu;
Gece kervan göçüp gidende,
Anaya sor!
Ana bilir.
Çocuğun kimden olduğunu,
Anasına sor!
Anası bilir.
Ağrının, sızının yerini,
Acısını çekene sor!
Çeken bilir.
Ağır yük taşımanın zahmetini,
O yükü taşıyan katıra sor!
Katır bilir.
Erin ağırını hafifini,
Altındaki atına sor!
Atı bilir.
Gafil başın ağrısını,
İçindeki beyni bilir.
Erlerin cömerdini, cimrisini,
Yiğidini, namerdini,
Ozana sor!
Ozan bilir.
Yani demem o ki,
Her şeyin bir bileni var,
Her bilenin üstünde de daha iyi bilen var!
Sen de ne soracaksan, git en iyi bileni ara, bul da ona sor!
Sorman gerekeni ehline sor!
At ayağı çabuk, ozan dili çevik olur.
Kolca kopuz yükseltip elden ele, beyden beye
Ozan gezer.
Karşınızda çalıp söyleyen ozan olsun!
Azıp gelen kazayı, belayı
Tanrım savsın!
Dostlarım hey!
DEDE KORKUT’UN ‘İL’İM AY, HALKIM AY!’ KÜYLERİ!’
(AH ÜLKEM VAH HALKIM EZGİLERİ!)
Ben, Dede Korkut!
İnanın bana Oğuz kavmi!
Ben o günleri henüz görmedim, ama görmüş gibi söylerim.
Gücü her şeye yeten Kâdir Tanrı, bana o günleri göstermesin!
Beni o günlere komadan canımı alsın dilerim!
İleride çok zor günler yaşanacak,
Zamane azıp, kanun, töre bozulacak,
Çam ağacının tepesine balık çıkacak,
Çocukların devranı, bahtı kara olacak
Gün gelecek, dağ otları tükenecek…
Ulu ulu sular azalacak, küçücük pınarlara dönecek…
Dere, tepe kalmayacak, tarla olacak!
Büyük, küçük kalmayacak, köle olacak!
Dünyada düzgün adamların kökü kesilecek!
Onların yerine ifritler ve cadılar çoğalacak!
Onmuş insan az bulunacak,
Çoğu beynemaz olacak!
Hakka kulluk etmek gidecek,
Sadece adı ve sözü kalacak.
Bilginler, âlimler dururken,
En çetin konularda bile
İlgisizler, bilgisizler,
Pabuççular, ayakkabıcılar,
Cevap verecek, ahkam kesecek!
Şehre, pazara gelen yatlar, yabanlar,
Her şeyi beğenmez olacaklar!
En değerli giysiler için bile,
‘Bunlar da ne ki, bunlardan ne olur ki!’ diyecekler.
Kıymetli, iffetli kızlar yerine,
Gece sohbetleri, eğlenceleri, yiyip içmeleri için,
Süslü püslü, açık saçık, hafif meşrep, gelgeç avratlar aranacak!
Gönüller, artık dışarılarda gezip tozmaya meraklı kızları çekecek!
Saygın kişiler de onların her haline, her tavrına bakıp imrenecek!
En hafif adamlar, en ağır mevkiler, makamlar peşinde koşacak!
Diğerlerini ite kaka seğirtip layık olmadıkları yerlere kurulacak!
Balabanıla sunkurcaya beylik değecek!
Böylelerinin beyliği millete kemlik (kötülük) olacak!
Deniz gibi derin akıllı, deprenmez ağır başlı yöneticiler kalmayacak!
Sureti adam, sîreti kapıkulu olanlar, iş başlarına oturtulacak!
Görünüşü düzgün, yolu ve gidişatı bozuk olanlar makbul olacak!
En önemli işler, kendi bilmez, bileni dinlemez, doğruyu kabul etmezlerin elinde kalacak!
İnsanlar yeryüzünde böyle yöneticilerin hükmü altında olmaktansa, yerin altında olmayı tercih edecek!
Beyler, paşalar önünde yalan yanlış sözler söylenip dinlenecek!
Nicelerinin ulular, ekâbirler meclisinde kendini methettirmeye
Özel tutulmuş dalkavukları, yalakaları, yalancıları, kalleşleri olacak!
Hüner, ehliyet, liyakat ve fazilet sahipleri hor görülecek, itilip, kakılacak!
Koç yiğitler dururken, lafını sözünü bilmez, bin bir sözle yola gelmez, koca domuzlar, kalp murdarlar makbul olacak, onlar gözetilecek, kayırılacak!
Bunların sözleri dinlenecek, bunlara saygı duyulacak!
Bunlar gözetilecek, kayırılıp, kollanacak
Ayıp yerlerini göstermek için, dar düdük,
İnce belli, sıkma tavırlı giysiler icat olunacak!
Fil hortumu gibi yenler, yakalar çıkacak!
Erkeklerle kadınlar elbiselerinden seçilmez, tanınmaz olacak!
Yiğit erkekler, koca adamlar,
Sakalları cascavlak tıraş edip,
Avratlar gibi kırıtarak yürüyecek!
Kızına, gelinine, yakınına, yanında çalıştırdığına,
Kuluna, kullukçusuna, şehvet nazarıyla bakıp,
Sevgilim diyenler bile çıkacak!
Kimsenin kimse yanında ödünçten, görünçten haceti bitmeyecek!
Komşu, komşu evine varmaktan eğri hayal alacak!
Halkın çoğu kese boş, cep delik, cepken delik olacak!
İnsanlar birbirlerine çok bühtanlar, iftiralar edecek!
Dostlarına bile karalar çalacak kadar
Utanmazlar, sıkılmazlar çıkacak!
Birisi yanılsa da en yakın yoldaşına bir sırrını söylese,
Ona yüz kat da kendisi katarak, suçuna tellal olacak!
Hiç kimsede ve hiçbir yerde
Rahat, huzur, güven kalmayacak!
Evlere kapılardan, bacalardan, avlulardan,
Duvarları delip hırsızlama girecekler!
Evlerin içinde de tatlı dirlik,
Gökçek düzenlik kalmayacak!
Kimsenin, kimse katında,
Hürmeti, izzeti kalmayacak!
Atanın ananın, oğula kıza,
Şefkati ve merhameti olmayacak!
Oğlun, kızın da anaya, babaya
Saygıları kalmayacak!
Atalar dururken, oğullar söyleyecek!
Analar dururken, kızlar buyruk eyleyecek!
Derya, deniz, dağlar, düzler
Gör, bak saklar nice izler
Derya vardı, çöle dönmüş
Ne denizler, göle dönmüş
Baş eğmişler nice dağlar
Geçti zaman, bunca çağlar
Girilmez ormanlar vardı
Şimdi yoklar, yaşarlardı
Hayvanlar düşmüşler çöle
Çevrilmiş zamanlar yele
BOY BOYLAMALARI SOY SOYLAMALARI!
Güneşin doğduğu kutlu yönden kopup gelen,
Hak peygambere uyan, Hak dine iman eden,
Hep iyiye, hep doğruya ve güzele yönelen,
Yükseldikçe yükselen, yüceldikçe yücelen,
Geldiği yön gibi uğurlu, güneş gibi nurlu Oğuz!
Uğru, bahtı, talihi açıldıkça açılan
Devlet güneşi onun burcundan doğan,
Adı, şanı, şöhreti, dört bir yana yayılan,
Kutlu, mutlu, uğurlu, namlı, şanlı, devletli, mübarek Oğuz!
Yirmi dört has boylu, otuz iki soylu, kuvvetli, kudretli asaletli Oğuz!
Hünerliler, erdemliler, yiğitler, alpler ocağı Oğuz!
Alp ozanlar yatağı Oğuz!
Göğsü kara dağlarda yaylayan Oğuz!
Kuytu güzel ovalarda kışlayan Oğuz!
Toy toylayan, sofralar açan Oğuz!
İri iri kazanlar kaynatan Oğuz!
Ozanları hikmetler saçan Oğuz!
Kızları kıymetli ve iffetli
Oğulları saygılı ve edepli,
Hepsi birbirinden hünerli
Namlı, şanlı onurlu ve izzetli
Yaşlıları ibadetli, tâatli Oğuz
Tek Tanrı’ya inanan
Yalnız O’na dayanan
Kalbi imanlı Oğuz!
Temiz suyla arınan,
Abdestli Oğuz!
Alnı secdeye koyan,
Namazlı Oğuz!
Hakk’kın yâdını dilinden bırakmayan,
Kur’an’a sarılan, Kur’an’a bağlanan,
Arı din önderi Muhammed’e uyan,
Hakk sevgisi gönlünden hiç çıkmayan,
Ağzı dualı, gönlü sevdalı Oğuz!
Arı dinli, gür imanlı Oğuz!
Aşılmaz dağlar aşan,
Geçilmez sular geçen,
Yenilmez düşman yenen,
Varılmaz yerlere varan,
Kanlı kâfir illerinde adı anılan,
Gökyüzünü mavi tavan
Ay yıldızı bayrak yapan
Her yerde hüküm sürüp, il tutan
Devletli Oğuz!
Güçlünün gücün kıran,
Zulme kapı kapayan
Haklıdan yana olan
Mazluma arka çıkan,
Zalimden öcün alan,
Zulmün kökünü kesen
Zalimi pişman eden
Adaletli, Kudretli Oğuz!
Çıplakları giydiren,
Ağlayanı güldüren,
Garibi sevindiren,
Acıları dindiren,
Güçsüzü ezdirmeyen
Hakkını yedirmeyen
Yoksulu kalkındıran
Aç kalmışı doyuran
Merhametli, Şefkatli Oğuz!
Düşman görse yardımlı
Kaçan görse durumlu
Aman diyene aflı
Yiğitler yatağı Oğuz!
Doğru yoldan sapmayan
Haktan hiç ayrılmayan
Terazisi şaşmayan
Adaleti sağlam tutan,
Yolsuzu yola koyan,
Uzlaştıran, barıştıran,
Huzur, barış sağlayan,
Adaletli, Devletli Oğuz!
Seherlerde yatmayan,
Güneşten önce kalkan,
Soylu güzel atlara binen
Düşman üzerine sel gibi gelen
Kâbus gibi çöken, yel gibi esen
Alpler yatağı Oğuz!
Yollar köprüler yapan
Dünyayı mamur kılan
Gönülleri fetheden
Devletler kuran Oğuz!
Yaşanası şehirli
Minareli, kubbeli
Şadırvanlı, camili
Has bahçeli, çeşmeli
Mektepli, medreseli
Meydanlı, hastaneli
Hanlı, kervansaraylı
Hamamları kurnalı
Şehirler kuran Oğuz!
Has odalı, bahçeli
Şırıl şırıl havuzlu
Evler yaptıran Oğuz!
Ulu güzel evleriyle
Göz okşayan
Halısı, kilimiyle
Zevkle döşenmiş
Örtüsüyle döşeğiyle
Görklü evler aydını
Bargâhlı Oğuz!
Ulu beyler yığınağı
Ulu sultanlar budağı
Gazi Hanlar torunu
Arslanlar uruğu Oğuz!
Sultan Süleyman uğurlu
Bayındır Han devletli
Salur Kazan beylerbeyli
Dede Korkut bilgeli
Hızır İlyas bilgili
Bu dünyanın direği
Doğalıdan devletli
Olalıdan saadetli
Devletli Oğuz!
OĞUZ’UN ANLI ŞANLI YİĞİTLERİ, BEYLERİ, ALPLERİ:
Kara taşı avucunda kül eden
Dağa taşa başından duman çöken
Karadere ağzında Kadir veren
Kara yeri kertip beşik kılan
Kara buğra derisinden bağırtlak düzen
Kazan Beyin kardaşı Kara Güne Bey!
Sonra Alp Arız Bey’imiz vardı:
Doksan deriden kürk olsa,
Topuğuna inmeyen.
Dokuz deriden başlık olsa,
Yanağını örtmeyen.
Doksan koyun bir günlük
Doyumuna yetmeyen
On koyunla bir öğün geçirmeyen,
Dokuz yiğit tepesine çullansa,
Bir silkeleyişte hepsini döken
Tek pençesiyle dokuz yiğidi göklerde tutan
Alp Er Tunga oğlu Alp Arız Bey!
Dört bin erin serveri
Kazan Beyin gurbet yoldaşı
Kıyan Selçuk oğlu Deli Dündar Bey’imiz vardı!
Öz adını horlayıp elden çıkan
Elli yedi kalenin kilidini açan
Eylik Koca oğlu Dölek Evren Bey’imiz vardı!
Cins develer götüremezdi yayını
Çifte burçlar eyleyemezdi okunu
Yağrıkçı oğlu Yazır Kondan Bey’imiz vardı!
Sarusaz’da ulalan
Kalın Oğuzda ad koyan
Kara dağın kurdu
Kara kaya kaplanı
Kara şahin yavrusu
Kara başına oğlanlığında kıyan
Ucen oğlu Emen Beyden öcün alan
Ensi Koca oğlu Okçu Kozan Bey’imiz vardı!
Demirkapı derbendini teperek yıkan.
Doksan dokuz kalenin kilidini açan.
Saru Sandal kızına nikâh kılan.
Yenilmez düşmanları yere karan
Alınmadık yerlerden haraç alan
Azgın kâfir ellerine akın yapıp basan
İllerşe oğlu Etil Alp Bey’imiz vardı!
Yedi yıl Elburz’a sefer kılan.
Sonra dönüp gelen.
Alçak Tepegöz’ü öldüren
Kardaşı Kıyan Busat’ın kanını alan.
Kalın Oğuz’da adı anılan
Urulmuş Han’ımız vardı!
Ban hisarından parlayıp uçan
Altı batman som demiri ayağında kıran
Apıl apıl yürüyende boğa gibi
Zıvıl zıvıl zıvlayanda yılan gibi
Yücelerden alçakları gözeten
Baldırı uzun Baldırşad’ın hakkını alan
On altı yıl Bayburt Hisarında tutsaklık çeken
Bay Bura oğlu Bey Barı Yiğit’imiz vardı!
Kalın Oğuz ellerinden kalkıp dirilen
Kırk yiğidini yanına alan
Kanlı kafir ellerine açılan
Geçit vermez ırmaklar geçen
Yaban ellerde gafil avlanan
Arslanını, boğasını, buğrasını güreşcisini öldüren
Otuz dokuz yiğidinin kanını alan
Sarı donlu Selcan Hatun’la evlenen
Adlı Oğuzda ad bırakan
Kanlı Koca oğlu Kan Turalı Bey’imiz vardı!!
SALUR KAZAN
Tanrı’nın sevgili kulu
Ulu sultanlar budağı
Sarı sazlar arslanı
Sarı sazda ululanan
Sarı arslan sütün emen
Sazda büyümüş, saz delisi,
Kara dağlar kaplanı
Kara şahin yavrusu
Soylu atın oynatan
Düşman görse yardımlı,
Kaçan görse durumlu
Türkistan’ın direği
Alıcı kuşlar yavrusu
Türkistan’ın her yanında tanınan
Kanlı kâfir ellerinde adı anılan
Ulaş oğlu Salur Kazan Bey’imiz vardı!
O alplar başı Salur Kazan!
İç Oğuzun, Dış Oğuzun beylerbeyiydi,
Hey gidi alpler, erenler, beyler hey!
Hiç gören olmuş mudur Kazan gibisini?
SALUR KAZAN KENDİNİ TANITIYOR!
Sesimi duyanlar sarp kayada arslan uluyor sanarlardı
Düşmana yürüdüğümde kara deniz taşmış sanarlardı
Ben soluklananda kara bulutlar ürker, kaçar, dağılırdı
Korkutup bunalttığım düşmanlar kaçacak delik arardı
Karadenizden su alır,
Yağmur diye yere satardım
Ben Kazan!
Karanlık gecede düşman baskını olsa
Kanlı suya ben kılavuzluk ederdim.
Arkuru yatan kara dağlar ardından
Kalabalık düşman gizlice çıkıp gelse
Karşısına ansızın ben dikiliverirdim
Sine sine gelen gizli düşmanların
Önlerine çıkıverirdim ben Kazan!
Sert yaylar kirişler elimde kırılır
Elde kabza kalırdım ben Kazan!
Kayın oklar atar, elde telek koyardım ben Kazan!
Yüksek yüksek kara dağlardan kâfir bir taş yuvarlasa
Kaba ökçemi, uyluğumu uzatır karşı koyardım ben Kazan!
Günlerden bir gün yedi başlı ejderhanın karşısına çıkmıştım
Heybetinden sol gözüm yaşarıvermişti de ona çok öfkelendim
Hey gözüm, namert gözüm, ne oluyor sana dedim
Sen bir yılandan korkacak kadar muhannet misin?
Bize korkaklık yakışmaz, seni söker atarım dedim.
Bin er gördüğümde güler, bıyık burardım
Beş bin er gördüğümde boşanmazdım
On bin er gördüğümde öğün demezdim
Yirmibin er gördüğümde yerinmezdim
Otuz bin er gördüğümde utanmazdım
Kırkbin er gördüğümde kıpırdamazdım
Elli bin er gördüğümde el verir demezdim
Altmışbin er gördüğümde alpım demezdim
Yetmiş bin er gördüğümde hiç yılmazdım
Seksen bin er gördüğümde sekselenmezdim
Doksanbin er gördüğümde dolanmazdım
Yüzbin er gördüğümde yüz döndürmezdim
Karakoç atımın kolanını sertçe çekerdim
Allah’ın inayetine sığınır düşmana dalardım.
Arı dinli görklü Muhammedi yâdıma getirir,
Ona salatlar ve selamlar ederdim.
Düşmanları Hak Tealanın nusret ve yardımı,
Muhammed mucizatıyla yenerdim ben Kazan!
Düşman çok diye korkmazdım
Sağdan girer soldan çıkardım
Soldan girer sağdan çıkardım
Yine de alpım, yiğidim, beyim demezdim.
Ben bu dinde öğünmem,
Öğünmem a beylerim!
Bize öğünmek yaraşmaz!
Ben niye öğüneyim
Kalırsam el beğensin
Ölürsem yer beğensin
Öğünürse yer öğünsün!
Ben öğünmem beylerim!
Bunlar övülmeye değmez
Övülmeye değen şeyleri
Dedem Korkut söylesin
Biz de dinleyelim beylerim.
BAMSI BEYREK SEVGİLİ ATI BOZ AYGIRI TANITIYOR:
Açık meydana benzer
O güzel alıncığın
Çifte çerağa benzer
Işıldayan gözlerin
Taranmış ipek gibi
Atımın yeleleri
Yârin saçına benzer
Savrulan kuyrucağı
İkiz kardeşe benzer
Oynaşan kulakları
Ben sana at diyemem
Hayvan diye göremem
Ben sana kardeş derim
Kardeşten de ileri!
Sen başımla yoldaşım
Yoldaşımdan da yakın
Başıma hal gelende
Beri gel yoldaş derim
Sen benim güzel atım
En yakın can yoldaşım
İnişe inende ceylan inişli
Yokuşa dönende keklik sekişli
Karakuş oyunlu, bozkurt bakışlı
Tavuş kuşu gibi üstü nakışlı
Elma gözlü, kız cilveli kır atım
KIR AT!
Dar günlerde baş kurtaran biriyim
Elde gezdirilen gönül kuşuyum
Ben kır atım tüm atların başıyım
Üstüme er yiğit bindikten sonra!
GÜZELLER ŞAHI BANU ÇİÇEK!
Atını kimsenin geçemediği
Okunu kimsenin yaramadığı
Kavgada kimsenin yenemediği
Nice erlerin sırtını yere getiren
Erkeği daha davranmadan o kalkıp hazırlanan
Eşi atına varmadan şahbaz atının sırtında olan
Erkeği düşmana varmadan başını alıp getiren
Ulu Oğuz beylerinden Bay Bican’ın kızı,
Bamsı Beyrek’in beşik kertme adaklısı ve eşi
Kargı gibi uzun saçlı,
Kırmızı kaftanlı,
Güzeller şahı Banu Çiçek!
Heeey canlarım heeeeey!
BURLA HATUN!
Kırk ince belli kızla dolaşan
Kazılık kara aygırlara binen
Bütün Oğuz İl’ini
Ağzına baktıran
Savaş meydanında
At koşturan
Kâfirin kara tuğunu
Bir kılıçta yere çalan
Ak pak yüzlü, uzun boylu
Bayındır Han’ın kızı
Kazan Bey’in helali
İffetli, namuslu,
Altın gözlü,
Burla Hatun?!……
Heeey dostlarım heeey!
SELCAN HATUN!
Kar üstüne kan damlamış gibi kızıl yanaklı
Çifte badem sığmayacak kadar ufak ağızlı
Hattatların çizemeyeceği güzel karakaşlı
Kırk tutam, kurumsu simsiyah saçlı
Yeryüzüne basmadan yürüyüşlü
Güzeller güzeli, sevimli mi sevimli
Baktığında gözlerinden ateşler saçışlı
Savaş meydanlarında
Çifte yaylardan oklar çeken
Attığı oku yere düşürmeyen,
Aman dileyeni öldürmeyen
Yenilenin üstüne gitmeyen,
Kaçanın peşine düşmeyen,
Aslanlar uruğu,
Sultanlar nesli,
Sultan kızı Selcan Hatun!
Ne güzel eş, ne güzel yoldaştı heeeey!
Hani o övdüğüm beyler erenler?
Hani nerde, dünya benim diyenler?
Bir narasıyla yeri göğü titretenler?
Onlar da bu dünyaya gelip gittiler
Bir kervan misali konup göçtüler
Onları da ecel aldı, yer gizledi!
Gelimli gidimli dünya!
Son ucu ölümlü dünya!
Uzun yaşamanın son ucu ölüm,
Nihayeti ayrılık!
Üstünde gezdiğimiz şu kara toprak,
Bir gün gelecek
Bizi de yiyecek!
Yalan dünya demişler bunun adına
Pişmanlıklar takılmış ümitlerin ardına
Bu fâni dünya, hani kime kalmış ki?
Hangi heves toprağa gömülmemiş ki?
DEDE KORKUT’TAN DUALAR:
Karşı yatan kara dağları
Aşıp gelenler ozan olsun!
Çağıldayarak akan suları
Geçip gelenler ozan olsun!
Soylu cins atlara
Binip gelenler ozan olsun!
Altınlarla gümüşlerle
Ödüllendirdikleriniz ozan olsun!
Giydirip kuşattıklarınız,
Ağırlayıp, konaklattıklarınız ozan olsun!
Altınızdaki ak boz atınız tökezlemesin!
Süslenip, sarınıp, büründüğünüz
Güzelim elbiseleriniz sökülmesin!
Alnınızda parıldayan nur sönmesin!
Kayaları kesip doğrayabilen
Keskin kılıçlarınız gedilmesin!
Üç kat kirişli sert yaylarınız yasılmasın!
Üç tüylü kayın oklarınız hedefinden şaşmasın!
Ay karanlık gecede sinsice yürüyen
Hain düşmanlarınızı Allah vursun!
Aydın güneş altında gururla yürüyen
Güçlü düşmanlarınızı güneş kavursun!
Ağılınızdaki hayvanlarınızın yavruları çok olsun!
Ava giden yiğitleriniz avlarla dönsün!
Akına giden yiğitleriniz şanlarla dönsün!
Tuttuğunuz işleriniz kolay gelsin!
Hayır dualarınız kabul olunsun!
Allah yar ve yardımcınız olsun!
Hazreti Muhammed şefaatçiniz olsun!
Dede Korkut bilgeliğinin yedi katına eresiniz!
Salur Kazan saadetinin yedi misline eresiniz!
Bayındır Han devletinin yedi katını bulasınız!
Süleyman ve Zülkarneyn hanlığını, hükümranlığını bulasınız!
Gününüz her günden iyi olsun!
Geceniz her geceden iyi olsun!
Deminiz her demden iyi olsun!
Yarınınız bugünden iyi olsun!
Sözünüz geçerli olsun!
Kılıcınız keskin olsun!
Hızır yoldaşınız olsun!
Dünyanın dört yanına
Ucunuz ulansın gitsin!
Yanınız yayılsın gitsin!
Canlarım Heeey!
DEDE KORKUT’TAN BEDDUALAR, KARGIŞLAR:
Size kötülük düşünenler
Otlar gibi üzülsünler!
Toprak gibi savrulsunlar!
Size düşmanlık güdenin
Başaklarını eşekler yesin!
Onları da kurtlar yesin!
Gezsin dönsün dolaşsın!
Az darıyla değirmene varsın!
Değirmeni de bozuk bulsun!
Koltuğunun altına kıstırdığı
Son dilim ekmeğini yolda düşürsün!
Gelip gene size muhtaç olsun!
Sizden istesin, sizden dilensin!
On iki imam aşkına!
Kırklar, yediler, üçler
Demine devranına!
Büyükler, küçükler
İyiler, kötüler
Hayrına, ıslahına!
Maşrıktan mağribe,
Mağripten maşrıka
Kâffe-i ehli iman ervahına!
Fâtihatü’l kitab okuyanların
İmanı bütün olsun!
Ebedi cennetlere konsunlar!
Âmin!
Yazıcıoğlu Ali’nin Tarih-i Âl-i Selçuk Adlı Eserinin Baş Tarafında Bulunan Oğuzname Parçası:
Gün doğusu gen yerden (geniş, bol) kopan Oğuz
Gümiş göklü, ban evlü, bargâhlu Oğuz
Arı suya yaykandıkta abdestlü Oğuz
Alın yere koydukta namazlu Oğuz
Bir Tanrı’yı bilüp arı din serveri Muhammedü’n Nebî dilde yadlu (zikirli, anan, hatırlayan) Oğuz
Ala halı örün döşeklü Oğuz
Kabzası altunlu gerdeklü (gelin odalı, otağlı) Oğuz
Kızları kıymatlu, yiğitleri mürüvvetlü, kocaları taatlu hürmetlü Oğuz
Göğüslüce kara dağları yaylalu Oğuz
Kuytuluca dağ salların kışlaklu Oğuz
Kanlu kafir ellerinden haraç alan Oğuz
Haraç vermeyeni kıran Oğuz
Göğüslüce görklü yaylaları ağayılda (ağıllar) belün süren Oğuz
Evin barkın oda uran Oğuz
Akça koyun yahnılu Oğuz
Aşığı uzun al çerdigi binütlü Oğuz
Çadır cangılu uzun ulu beyler yığınağı devletlü Oğuz
Bayındur Han şilanlu Oğuz
Ulaş Salır Kazan beylerbeylü Oğuz
Emir Süleyman uğurlu Oğuz
Dede Korkut bilüklü Oğuz
Ucın……….
Dış Oğuz beylerbeylü Oğuz
Yarıcun (onduranın) Allah olsun!
Yalvacın Muhammed olsun!
Doğar günün çoğacı, tusgu günün yatusu
Görklü evin aydını
Doğalıdan devletlü
Olalıdan saadetlü
Ulu sultan budağı
Gazi Hanun torunu
Kara belün ürkünü
Kara dağun kaplanu
Kara şahin yavrusu
Saru sazun arslanı
Kaytabanın buğrası
Dede Korkut bilüklü
Salur Kazan saadetlü
Emir Süleyman uğurlu
Bayındır Han devletlü
Yağı görse yardımlu
Kaçım görse durumlu
Türkistanın direği
Tülü kuşun yavrusu
Ulu beyler yığınağı
Akça çadır cangılu
Ala halı urunlu
Akça koyun yahnılu
Yalın görse donatan
Acın gelse doyutan
Ağın basıp dizin çöken
Divan durguran
Güçlünün gücün kıran
Güçsüze dâdın veren
Kanlu kafir ellerinden kan kaşandıran
Kara başların bunlu eden
Oğlancıkların ağladan
Tavukların kığıldadan
Oğlancıkların ağlatmayan
Tavukların banlatmayan
Nakusların çaldırmayan Osmanoğlu
Altunda akboz atun büdermesin
Dolamalu begit donun sökülmesün
Alın başta kunt ışığın yuğrulmasın
Kaya keser gök kılıcın gedilmesin
Üç sinirli katı yayun yasılmasun
Üç yeleklü kayın okun düşmanına doğru varsun
Yazılu gelen sofraların dürülmesün
Kaynatılan kazanların soğulmasun
Ay altında yürüyen düşmanın Allah ursun
Gün altında yürüyen düşmanun gün yandırsun
Sandığında bağlamanı Hak ergürsün
Ava varan yiğitlerin avlu gelsün
Akına varan kulların ürünlü gelsün
Ağayılda ak belün sürüp busuklu gelsün
Alkışun Alay olsun
Tuttuğun işler kolay gelsün
Yarıcın (onduranın) Allah, yalvacın Muhammed olsun!
Dede Korkut bilüklü yedi bilisün versün!
Emir Süleyman uğurlu (uğurun) versün
Salur Kazan saadetlü yedi saadetün versün
Bayındır Han devletlü yedi devletün versün
Alp Arız,,,,,,,,,,versün
Bıyığı kanlu Bükdüz Emen heybetlü yedi heybetün versün
Ucun ulalsın
Yanın yayılsın
Sana yaman sananlar ot gibi üzülsün
Toprak gibi savrulsun
Düşmanın başak (sürsün)
Başağını eşek yisün
Anı dahı kurt yisün, dursun dönsün
Buçuk kile darı degirmene iletsün
Degirmeni bozuk olsun
………….geçmiş bulsun
Etmegin koynuna koyup yola gitsün
Yolda iletüp……..düşmüş bulsun
Yer eninden yer enin yılan bilür
Burulu yonca dadın porsuk bilür
Yedi dere kokusun tilki bilür
Çuvaldız kıymetin nökeri bilür
Er ağırın, er yeynisin eren bilür
Kara başa ağrı gelse beyni bilür
Gen yerler otlağın geyik bilür
Tatlı suyun tadın kulan bilür
Er nekesin, er çömerdin ozan bilür
Karşu yatan kalıbı senri kara dağları aşup gelen ozan olsun
Kayna akan mal ırmakları geçüp gelen ozan olsun
Kazılık atınıza binüp kaftan donunuz giyen ozan olsun
Ağır ak altun ak akçanız alan ozan olsun
Sarp hisar duma donlu salkum salkum don giyen
Konur atın oynadan
Yağı görse yardımlu, düşman görse durumlu
Türkistanın direği
Tülü kuşun yavrusu
Kanlu kafir ellerinden adlu Horasana ad çağırdan
Akçahisarın eglik salup alan
Görklü yüzlü güzel kızların oğlanların belün süren
Kanlu kafir ellerine kan kaşandıran
Kara başların bunlu eden
Oğlancıkların ağlaşdıran
İtlerin uluşduran
Tavukların kığıldaşdıran
Ulaş oğlu Salur Kazan Bey
Kara taşı karmaladıkta kül eyleyen
Dağa taşa buşusundan duman çöken
Karadere ağzında Kadir veren kara yeri kertüp beşik kılan
Kara buğra derisinden bağırtlak düzen
Altı ay Hançerkid hisarında tutsak olan
Kazan Beyin kardaşı Kara Güne Bey
Doksan deriden kürk olsa topuğunu örtmeyen
Dokuz deriden şebkülah olsa tülüğün örtmeyen
Doksan koyun dovgalık (doyumluk) on koyun öyünlük yetmeyen
Dokuz yaşar cüngin silküp atan
Kıynağında gökte tutan
Atbaşın yalmayup bir kez yudan Afrasiyab oğlu Alp Arız Bey
Koçlu deve götürmezdi anun yayın
Koşa burçta eğlenmezdi anun oku
Yağrıkçı oğlu Yazır Kondan
Bıyığın ensesinde üç kez düğen
Kaçındıkta karımına kan kaşandıran
Gözü kanın dönen
Yer evreni yılan
Ademiler evreni Ucen oğlu Emen Bey
Demürkapu derbendin depüp yıkan
Doksandokuz kalenin kilidin alan
Saru Sandal kızına nikah kılan
Alınmadık yerlerden haraç alan
Yasılmaduk düşmanı yasan
Güre kafir ellerin basan
İllerşe oğlu Etil Alp
Yedi yıl Elbürze sefer kılan
Kayup dönen Kıyan Busat kardaş kanın alan
İt Depegözü öldürüp kalın Oğuzda adın koyan Urulmış Han
Ban hisarından parlayup uçan
Altı batman som demürü ayağında kıran
Apıl apıl yürüyende boğalayın
Zıvıl zıvıl zıvlayanda yılanlayın
On altı yıl Bayburt hisarında tutsaklık çeken
Baldırı uzun Baldırşadın hakkın alan
Yüce yerden alçak yere göz gözeden
Bay Bura oğlu Bey Barı yiğit
Kalın Oğuz ellerinden kalkup derilen
Kırk yiğidin yanına salan
Kanlu kafir ellerine aşan
Kaynar akan mal ırmakların geçen
Garıplık ellere gafil düşen
Arslanıla boğasın buğrasın güreşcisin öldüren
Otuz dokuz yiğidin kanın alan
Adlu Oğuzda ad koyan
Saru donlu Selcan kadını alan
Kanlı Koca oğlu Kan Turalu
Selim oğlu Karamanı sevüp
Tanrı Yaradan (yaratığı) ulu sultan budağı
Altun köprü yapan
Azraille savaş kılan
Salkum salkum don giyen
Sakar atın oynadan
Tokuş Koca oğlu Tuğrul Sultan
Dum edigi duma donlu
Dört bin erin serveri
Kazan Beyin garıplıkta yoldaşı
Kıyan Selçik oğlu Delü Dündar Bey
Kara dağın kurdu
Kara kaya kaplanı
Kara şahin yavrusu
Emen Beyden öcin alan
Ensi Koca oğlu Okçı Kozan
Sarusazda ulalan
Kalın Oğuzda ad koyan
Kara başına oğlanlığında Kıyan
Ucen oğlu Emen Beyden öcin alan
Ensi Koca oğlu Okçı Kozan
Sarı sazda ululan
Sarı arslan südin emen
Sazda büyümüş, saz delüsü
Günün günden yeğ olsun!
Dünün dünden yeğ olsun!
Demün demden yeğ olsun!
Nefesün geçkün olsun!
Kılıcın keskin olsun!
Hızır yoldaşun olsun!
Kuba kuba tuğlaladım
Er bunaldurdum buşkunumda ben Kazan
Kayın (kanın) akar kara denizdim
Er bunaldurdum cüngümde ben Katan
Kaytabanun buğrasıydum, er bunaldurıdum
Kükredükte kapkayada anrar arslanıdım ben Kazan
Er bunaldırıdum anradıkta Sarusazda arslan er bunaldurıdum
Sokradukta kara bulut ürkünüyidüm
Karadenizden su alup yere baran satarıdum ben Kazan
Karacuğun Cılban Dağından
Kafir taş uçursa
Kaba uyluğunu tutan ben Kazanıdım
Karanu dünle harın yağı erse
Kanlu suya kılaguzluk eden ben Kazanıdım
Kalıbı senri karadağun salında kapılunun
Karaderbende gür düşman gelse
Yine kayup ol düşmana önden depüp giren ben Kazanıdum
Katı yaylar sındırıp elde kabza koyan ben Kazanıdım
Kayın oklar atup yelek koyan elde ben Kazanıdım
Bin er gördüğümde ben Kazan bıyık burdum
Beş bin eren gördüğümde ben kazan boşanmadım
On bin eren gördüğümde öyünüm demedim
Yirmibin eren gördüğümde yerinmedim
Otuz bin eren gördüğümde utanmadım
Kırkbin eren gördüğümde kıpınmadım
Elli bin eren gördüğümde el vermedim
Altmışbin eren gördüğümde alpım demedim
Yetmiş bin eren gördüğümde yılmadum
Seksen bin eren gördüğümde seksenmedim
Doksanbin eren gördüğümde dolanmadum
Yüzbin eren gördüğümde ben Kazan yüz döndürmedüm
Karakoç konur atun kolanın katı çektim
Sağdan girdim soldan çıktum
Soldan girdim sağdan çıktum
Arı dinli görklü Muhammedi yada getürdüm
Allah’ın inayetinden Muhammed mucizatından ol yağıyı anda bastım
Yine de alpım, beyim demedim
Ben bu dinde öğünmem
Öğünmem a beylerim
Öğünürse yer öğünsün!
(Dedem Korkudun Kitabı, s. 1317-1320).
Mustafa ATALAR