Ana SayfaMeçhul KahramanlarımızAli Yakup CenkçilerAli Yakup Hoca’ya Göre:TÜRK-İSLAM ŞUURUNUN ÖNEMİ

Ali Yakup Hoca’ya Göre:TÜRK-İSLAM ŞUURUNUN ÖNEMİ

Ali Yakup Hoca’ya Göre:

TÜRK-İSLAM ŞUURUNUN ÖNEMİ

Mustafa ATALAR

Türklük ve Müslümanlık her ikisi de kazanılabilen ve kaybedilebilen bir bilinç ve şuur olayıdır. Bu mensubiyette kan ve soy, sop bağı yeterli değildir. Nice anası babası Türk olanların Türklükle alakası kalmayabilir ama Türklüğü sonradan kazanmış nice yabancılar, herkesten daha fazla Türk olabilirler. Bir su damlası denizin içindeyken nasıl deniz sayılıyorsa, Türklük şuuruna eren herkes de geçmişine, evveliyatına bakılmadan öz be öz Türk sayılırlar. Denizden kopup ayrılan bir damla nasıl deniz özelliğini yitirirse, Türklük şuurunu yitiren kimse de Türk özelliğini yitiriverir. Türklük, özellikle İslam’la birleştikten ve özdeş hale geldikten sonra engin bir deniz, uçsuz bucaksız bir okyanus haline gelmiş, o eşsiz, muhteşem ve güzel yapı içerisinde bütün çirkinler ve çirkinlikler güzelleşmiş, biçimsizler biçimlenmiş, şekilsizler şekillenmiş, değersizler değerlenmiştir. Bu büyük birlikten kopanlar, ayrılanlar, ayrı baş çekenler ise her zaman kendilerini kaybetmişler, kızgın çöllerde yolunu izini kaybetmiş küçük dereler, deniz olmaya yanaşmayan küçücük damlalar gibi yitip kaybolmuşlardır.

Ali Yakub Hoca, Müslümanlığın ve Türklüğün bir şuur ve bilinç meselesi olduğuna inanırdı. Bu şuur ve bilinç konusu, her zaman önemli ve gerekli olmakla beraber, özellikle günümüzde bu önemin ve gereğin eskiye oranla çok daha fazla arttığına sürekli vurgu yapardı. Derdi ki:

Azizim! Türklük de Müslümanlık da bir şuur meselesidir ama bu durum günümüzde çok daha fazla önem kazanmıştır. Çünkü eskiden Müslüman olmak nispeten daha kolaydı. Herkes, en önemlisi de baştaki idareciler Müslümandı. Halk dindar ve Müslüman olduğu için, idareciler de en azından dindar ve Müslüman görünmek zorundaydılar. Ulemâ vardı. Herkes bilmediğini bilenlerden sorar, öğrenir, İslam’ın emirlerini yerine getirmekte hiçbir güçlükle karşılaşılmazdı. İslam’a ters ve zıt bir hareket hemen teşhis edilir, toplumca yadırganır, tepki görür, yargılanır ve cezalandırılırdı. İslam’ın suç saydığı bir iş, alenen işlenemezdi. Halk sadece İslam’ı görmüş, onu tanımış, yaşayabildiği kadar onu yaşıyordu. İslam’dan başka bir hayat tarzı olabileceği hiç kimsenin aklının ucundan bile geçmezdi. Bir defasında Mekke’de rastladığım yaşlı birisi bana; ‘Benim bu gözlerim, bugüne kadar hiç kâfir görmedi!’ demişti. Tabii, adam ömrü boyunca Mekke’nin dışına çıkmamış; Mekke’ye de Müslüman olmayan giremiyor. Kâfiri nerede görecek? Eskiden halkın Müslümanlığı da işte böyle bir Müslümanlıktı. İslamî denebilecek bir hayat tarzı vardı ama Müslümanların çoğunda fazla bir İslamî şuur yoktu.

Zaman ilerleyip daha sonraları Müslüman toplumlarda da münkirler, mülhitler, dalalet yollarına sapanlar, başkalarını da doğru yoldan sapıtmaya çalışanlar türeyip çoğalınca işler değişti. İslam’ı Allah’ın razı olacağı şekilde yaşamak, İslam’ın emirlerini yerine getirmek; halkının çoğunluğu Müslüman olan ülkelerde bile gittikçe daha da zorlaşmaya başladı. Müslüman olmayı ihlas ve samimiyetle seçen, İslam’ın emirlerini yerine getirmek isteyenler; giderek bunu daha büyük zorlukları, engelleri, sıkıntıları ve daha çetin bir mücadeleyi göze alarak yapmak mecburiyetinde kaldılar. Bu da doğal olarak, daha büyük bir İslamî şuura sahip olmayı gerektirmektedir. Dolayısıyla bugünün Müslümanları, hem kendilerinin hem de çoluk çocuğunun İslamî kimlik ve kişiliklerini korumak istiyorlarsa; İslam’ı eski dönemlere kıyasla daha büyük bir şuurla bilmek, tanımak, anlamak ve yaşamak zorundadırlar. Yoksa kaynar bir kazana atılan buz parçaları gibi, çabucak başka şeylere dönüşürler, eriyip giderler.

İLGİLİ MAKALELER

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

EN POPÜLER

SON YORUMLAR