Ana SayfaDosyalarKültür ve SanatımızTÜRKLÜK İDDİASI İSPAT İSTER!

TÜRKLÜK İDDİASI İSPAT İSTER!

TÜRKLÜK İDDİASI İSPAT İSTER!

Mustafa ATALAR

Ali Yakub Hoca, insanların kendi hür iradeleriyle seçtikleri bir bilinç ve kabul işi olan Müslümanlığın ve Türklüğün boş bir iddia olamayacağını, her iddia gibi bunların da ispatı gerektiğini söylerdi. Bunların her ikisini de emeksiz zahmetsiz elde edilebilen, sadece kuru bir adla, soyla sopla anadan babadan evlada geçen bir miras olarak görmezdi. Her ikisinin de gerektirdiği sayılamayacak kadar özellikler, nitelikler, vasıflar, sıfatlar bulunduğu halde; bunların neredeyse hiçbirine sahip olmadan Müslümanlık ve Türklük iddiasında bulunulmasının bir anlamının ve geçerliliğinin olamayacağını düşünürdü.

Doğar, doğmaz nüfus cüzdanına Türk ve Müslüman yazılan bazı kimseler, Müslümanlığın neyse ama Türklüğün Türk ana ve babadan doğmaktan başka bir şartının olabileceğini anlamakta ve algılamakta güçlük çekerlerdi. Hatta bazıları;

  • Nasıl Hocam? Türklüğün, Türk olmanın da şartı, şürutu

mu olurmuş? diye sorma lüzumu hissederler, Hoca;

  • Olmaz olur mu? Hem de sayılamayacak kadar çok şartı

ve şurtu vardır deyince de merakları daha da artar, bunlardan bir kaçını saymasını istemeden edemezlerdi. Hoca;

  • Vallahi Azizim, ben daha sıbyan mektebine gittiğimde

bana Türklüğün şartı beş diye öğrettiler. Namaz, oruç, hac, zekât ve kelime-i şehadetin Türklüğün şartları olduğunu öğrendim. Mesela namaz kılmayan, yönü kıbleye dönük, alnı secdeli olmayan bir kimsenin Türklüğü bana çok eksik gelir. Ayrıca benim öğrendiğim kadarıyla Türklük iddiasında bulunan birinin, Müslümanlığın bütün şartlarını taşıması, üstüne üstlük Türk sıfat ve özelliklerini de taşıması lazımdır. Türk, Müslümanlığı en güzel ve en özel şekilde yaşayabilen, hayatının aynasında gösterebilen adamdır. Benim gözümde, Allah yolunda cihadı, hayat tarzı haline getirmiş adama Türk denir. Türklük iddiasında bulunan adamın, her şeyden önce Türk ve Müslüman olmanın şartlarını, gereklerini bilmesi, en azından elinden geldiği kadarıyla da bunlara sahip olmaya çalışması gerekir.

Türklük ve Müslümanlık dünyanın en şerefli, en mutlu, en güzel şeyi olmakla beraber, boş birer iddiadan ibaret de değildir. Hiçbir şartını ve sıfatını taşımadan boş bir isimle, namla, şanla övünmek Türklükte de Müslümanlıkta da hiç hoş karşılanmaz. Rabbimiz bize övünmeyi, gururlanıp kibirlenmeyi kesinkes yasaklamaktadır:

“Nefislerinizi (olduğunuzdan farklı gösterip) temize çıkarmayın! (Kötülüklerden ve günahlardan) korunanın kim olduğunu Allah, en iyi bilendir (Necm Suresi, Ayet: 32).” Türk’e Müslümana/mümine en çok yakışan, en temel ahlakî özellik tevazudur, alçak gönüllülüktür:

“Yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü sen, ne yeri yarabilirsin, ne de boyca dağlara ulaşabilirsin (İsra Suresi, Ayet: 37).

“Allah, büyüklenenleri sevmez (Nahl Suresi, Ayet: 23).”

Nitekim bilinen ve bilinmeyen, bezenmiş olduğu sayılmayacak kadar çok güzel sıfat ve özelliklerine, hüner ve erdemlerine rağmen Türk Milletinin en önemli özelliklerinin başında eşsiz tevazuu gelir. Nitekim Dede Korkut’un övdüğü, olağanüstü büyük başarılar gösteren kahramanlıklarının dilinden bu önemli özellikleri de şöyle dile getirilir:

Ben, bu dinde öğünmem;

Öğünmem a beylerim!

Bize öğünmek yaraşmaz!

Ben niye öğüneyim?

Kalırsam el beğensin;

Ölürsem yer beğensin!

Öğünürse yer öğünsün!

Ben öğünmem beylerim!

Bunlar övülmeye değmez!

Hani o övdüğüm beyler erenler?

Hani nerde, dünya benim diyenler?

Bir narasıyla yeri göğü titretenler?

Onlar da bu dünyaya gelip gittiler

Bir kervan misali konup göçtüler

Onları da ecel aldı, yer gizledi!

Gelimli gidimli dünya!

Son ucu ölümlü dünya!

Uzun yaşamanın son ucu ölüm, nihayeti ayrılık!

Üstünde gezdiğimiz şu kara toprak,

Bir gün gelecek, bizi de yiyecek!

Yalan dünya demişler bunun adına;

Pişmanlıklar takılmış ümitlerin ardına;

Bu fâni dünya, hani kime kalmış ki?

Hangi heves toprağa gömülmemiş ki?

Öte yandan Türklük ve Müslümanlık gerçekleştirilmesi imkansız, hayali ve ütopik bir şey değildir. O yolda olanlara Allah, yollarını gösterecek, onları her türlü üstünlüklere ve başarılara ulaştıracaktır.

Ali Yakub Hoca’ya göre Türklük, bir ırk, bir etnik köken, bir kavim, kabile birliğinden ibaret bir oluşum değildir. Ona göre Türklük, değişik Müslüman milletlerin, kavim ve kabilelerin, ulusların, ırkların, etnik grupların İslam çatısı altında bir araya gelerek, aynı tekne içinde yoğrulup karılması ve İslam’ın mayası ile mayalanması sonucu oluşmuş, gönüllü bir birliğin, beraberliğin ve bütünlüğün adıdır.

O, Türklüğü, İbrahim milleti’nin, Türklük adı altında şekillenmiş son özel hali ve yapısı, İlâ-i Kelimetullah (yani Allah’ın ismini, dinini, davasını yüceltmek) davası, ideali ve gayesi uğrunda birbirine kenetlenmiş Müslümanların dini, siyasi, idari, askeri, hukuki, sosyal, ekonomik vb gibi her alandaki birlik ve beraberliklerinin somutlaşmış bir ifadesi olarak görürdü.

Ona göre, Türklük de, Müslümanlık da, her şeyden önce bir inanç, şuur, bilinç ve kabul meselesiydi. Türk ve Müslüman olabilmek için, Türk ve Müslüman gibi düşünmek, hissetmek, inanmak ve yaşamak, şartlarını, vasıflarını, sıfatlarını taşımak, hem şart, hem de yeterliydi. Ali Yakub Hoca’ya göre, Türklük ve Müslümanlık dünyanın hem en kolay, hem de en zor işidir. Türk ve Müslüman olmak isteyen herkes, hemen Türk ve Müslüman olabilir. Ama bundan sonra ömrü boyunca Türklük ve Müslümanlığın gerektirdiği sıfat ve özelliklere sahip olmak, kendini geliştirmek için sürekli bir çaba ve gayret içerisinde olması gerekir. Türklük iddiasında bulunanlar, bunu gerçek anlamda Türk’e ve Müslüman’a, şanlı ecdadımıza yakışır, gıpta edilmeye değer üstün ahlak ve faziletleriyle, karakterleriyle, tutum ve davranışlarıyla, hüner ve erdemleriyle, üstün başarılarıyla, özel ve güzel işleriyle, fiilleriyle, amelleriyle, sıfat ve vasıflarıyla ispatlamak zorundadır. Bu zor olsa da asla imkansız bir şey değildir. Aslında bu gayret ve çabalar sonucunda elde edilecek üstün başarı ve kazançlar her zahmet, sıkıntı ve zorluğa katlanmaya fazlasıyla değecektir. Bu yolda çaba ve gayret gösterip de zararlı çıkmak, kesinlikle mümkün değildir. Bizim inancımıza göre, hiç kimse ömrü bitip öldüğü için üzülmeyecek, Hak yolda, doğru yolda daha fazla çaba ve gayret göstermediği, daha güzel ve daha üstün işler başarmaya çalışmadığı için üzülecektir.

Dede Korkut’un: ‘Atasının adına leke süren, ona layık olamayan hayırsız, hoyrat evlat, yok olsun daha iyi!’ dediği gibi bizim milletimiz, kendisine layık olmayan, bunu ispat etme çaba ve gayreti içinde olmayan, görev ve sorumluluklarını yerine getirmeyen, şuursuz öz çocuklarını bile evlattan saymaz. Böyle bir evlada sahip olmaktansa, evlatsız kalmayı tercih eder. Asırlardan beri İslam’a ve Türklüğe layık evlatlar yetiştiremeyen, Türk’e ve Müslüman’a layık işler yapamayan kuru kalabalıklar haline gelmemiz, hem bizim için, hem de bütün dünya için en büyük talihsizliklerdendir. Hatalarımız, kusurlarımız, ihanetlerimiz yüzünden başımıza sayısız bela ve musibetler geldi, çok büyük bedeller ödedik. Asırlardan beri hem bunların, hem de kendimizin değerini, kıymetini, imajını düşüren, hem Türklüğe, hem Müslümanlığa, hem kendimize, hem de geçmişimize ve geleceğimize yakışmayan işler yaparak, ihanetten farksız büyük suçlar işlemiş, büyük vebal ve sorumluluklar altına girmiş durumdayız. Ama artık bir an önce Türklük ve Müslümanlık gibi güzel adlarımızı, unvanlarımızı, sıfatlarımızı/vasıflarımızı hak edecek işler yapmaya, o hale gelmeye, o niteliklere sahip olmaya çalışmak zorundayız.

İLGİLİ MAKALELER

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

EN POPÜLER

SON YORUMLAR