TÜRKLER HAKKIDAKİ HABER VE RİVAYETLERİN KRİTİĞİ
Mustafa ATALAR
Bazı Kur’an ayetlerinin Türk Milletine işaret ettiği, onların önemli sıfatlarını ve vasıflarını ortaya koyduğu üzerinde geçmiş bölümlerde kısmen duruldu. Öte yandan hadis külliyatı ve rivayet kültürü içinde de Türklerin hem lehinde, hem aleyinde, onlar hakkında hem olumlu ya hem de olumsuz, bazıları birbirine taban tabana zıt çok sayıda hadislerle, haberlerle ve rivayetlerle karşılaşılmaktadır. Bunların nasıl anlaşılması, nasıl değerlendirilmesi, nasıl açıklanması, nasıl kritik edilmesi gerektiği hususu, önemli bir konudur. Bu yüzden de birbirine tamamen zıt ve ters olan bu haber ve rivayetlerden hangisininin doğru, hangisi yanlış kabul edilmesi, hangisine itibar edilip, hangisine itibar edilmemesi ve hangisinin esas alınması gerektiği gibi hususlar her zaman tartışma konusu olmuştur.
Türk Milleti, tarihte çok büyük ve önemli roller üstlenmiş, çok fazla dost ve düşman kazanmış, dünyanın en kadim medeniyetlerinden birini kurmuş, en eski milletlerden biridir. Türk Milleti kadar uzun yaşamış, bu kadar çok farklı devirler ve dönemler görmüş, dünyaya nizam vermiş, defalarca süper güç olmuş, çok fazla dostlar ve düşmanlar kazanmış bir millet için bu kadar farklı, birbirine zıt ve ters rivayetleri de herhalde bir dereceye kadar makul ve normal karşılamak gerekir. Bu farklılıkların bir kısmı, rivayet ve tanımlamaların farklı çağlardaki, devirlerdeki, dönemlerdeki, farklı din, inanç ve kültür çevrelerine mensup farklı Türklerle ilgili olmasından kaynaklandığı gibi, bunların önemli bir kısmı da rekabet, haset, kıskançlık, kin ve düşmanlıktan kaynaklanmaktadır. ‘Düşman düşmana rahmet okumaz!’, ‘Kamçından korkan, ölümünü ister!’ atasözlerimizde olduğu gibi Türk Milletinin, dayağını, köteğini yemiş milletlere mensup kimselerden onların lehine, hayrına sözler ve yorumlar duyabilmek kolay olmasa gerektir.
Fakat özellikle İslam tarihinin bu zamana kadarki akışı içinde, yaşanmış olaylar, bu olaylardan Türklerin lehine ve olumlu olanlarını doğrulamış, diğerlerinin önyargılı, yanlış, gerçek dışı, hatta iftira olduklarını ispatlamıştır.
Örneğin Nuaym b. Hammâd’ın (ölümü 843) ‘Kitâl’ül Fiten vel-Melâhim’ adlı eserinde Türkler hakkında onları öven, tezkiye eden, yücelten pek çok hadis, haber ve rivayet vardır. Nuaym b. Hammâd, bu eserini yazmadan önce Türkler millet olarak henüz toptan İslam’la şereflenmemişti. Hiçbir Müslüman Türk devleti kurulmamıştı. Dolayısıyla bu kitabını yazarken ve bu rivayetleri kayda geçirirken onun herhangi bir etki altında kalması, hatırla, gönülle eserinde uydurma rivayetlere yer vermesi düşünülemez. Daha da önemlisi onun bu eserinde, Türkler hakkında, Hazreti Peygambere, sahabe ve tabiine dayanarak ortaya koyduğu ilginç ve dikkat çekici haberler, görüş ve rivayetler, zaman, tarih ve somut olaylar da büyük ölçüde doğrulamıştır. Dolayısıyla bu rivayetlerin zayıflığı veya senetlerinin, isnatlarının çok sağlam olmadığı gibi bunları değersizleştirmeye ve önemsizleştirmeye yönelik görüşler, bilimsel olmaktan çok uzakdır, gerçeklere uygunluk açısından hiçbir değer taşımamakta ve dikkate alınmaya değer bir yönü de bulunmamaktadır. Çünkü zamanın, tarihin ve somut olayların doğruladığı bir haberin artık sıhhatinin, doğruluğunun, tekrar test edilip araştırılmasının bir anlamı yoktur. Böyle bir yaklaşım, iyi niyetle ve ilim namusuyla da bağdaştırılamaz.
Ünlü Arap edibi ve yazarı Cahiz de 840 yılında yazdığı, Fezailü’l’-Etrak adlı eserinde Türkler hakkındaki pek çok hadislerden ve rivayetlerden de fazlasıyla yararlanmıştır. Çok eleştirel ve bilimsel bir bakış açısına sahip olan Cahiz; Türkler lehine, onların üstünlüğünü ve faziletlerini ortaya koyan rivayetleri ve haberleri tarih, zaman ve somut olaylar doğruladığı için bunların doğruluğunda ve sahihliğinde artık hiçbir şüphe kalmadığını, diğerlerini, yani Türkler aleyhine olan, onları kötüleyen, aşağılayan rivayetlerin ise olaylarla ve somut gerçeklerle doğrulanmadığı için bunların da yalan ve iftira olduğunun net bir biçimde anlaşıldığını ifade etmektedir. Böyle bir durumda artık senetlerin, isnatların, rivayetlerin doğruluğu veya yanlışlığı, sağlamlığı, zayıflığı veya çürüklüğü üzerinde durulmasının gereksizliğini belirtmektedir.
Bir millet kendilerinde bulunan güzel ahlâk ve meziyetleri değiştirmedikçe Allah da onlara verdiği nimeti, güzel durumu değiştirmez. Bir de şundan ki: Allah her şeyi hakkıyla işitir ve bilir (dolayısıyla herkese lâyık olduğunu verir) (Enfâl Suresi, Ayet: 53).
Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. Allah, bir kavme kötülük diledi mi, artık o geri çevrilemez. Onlar için Allah’tan başka hiçbir yardımcı da yoktur (Ra’d Suresi, Ayet: 11).
Allah şu Kur’an’la bazı kavimleri yükseltir; bazılarını da alçaltır.” (Müslim, Müsâfirîn 269; Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime 16).
Allah onunla birçoğunu saptırır ve yine onunla birçoğunu yola getirir.” (Bakara Suresi, Ayet: 26).
Bir sure indirildiğinde onlardan kimi, ‘Hanginizin imanını artırdı bu sure?’ diye sorar. İman edenlere gelince, onların imanını artırır ve onlar müjdelenmişçesine sevinirler. Kalblerinde bir hastalık bulunanlara gelince, onların murdarlığına murdarlık katar ve onlar kafir olarak can verirler (Tevbe Suresi, Ayet: 124, 125).