Ana SayfaDosyalarCoğrafyamızFİLİSTİN İÇİN ÇANAKKALE’DE KESİŞEN YOLLAR

FİLİSTİN İÇİN ÇANAKKALE’DE KESİŞEN YOLLAR

FİLİSTİN İÇİN ÇANAKKALE’DE KESİŞEN YOLLAR

Mustafa ATALAR

FİLİSTİN DAVASI NASIL BİR DAVADIR?

Filistin davası, sadece Filistin’le sınırlı olan ve Araplarla Yahudiler arasında süren bir dava değildir. Bu dava önce Siyonistlerle Osmanlı Devleti arasında başlamış, ilk sıcak çatışması da Çanakkale’de yaşanmış bir davadır. Yani Filistin davası Araplardan önce bizim davamızdı. Bizimle Siyonistler arasında başlayan ve henüz bitip tamamlanmamış olan bu dava, yakın tarihimizin de, geleceğimizin de en önemli ve en belirleyici olaylarındandır. Filistin davası bizimle Yahudiler arasında başlamasına rağmen, hiçbir zaman belli taraflarla sınırlı kalmış bölgesel bir olay olarak kalmamıştır. Bu olay, dünya çapındaki pek çok büyük olayın da temelinde yatan evrensel nitelik kazanmış bir olaydır. Dolayısıyla bütün dünyayı ilgilendirdiği gibi, tarihimiz açısından taşıdığı büyük önemi ve değeri itibariyle, en çok da bizi ilgilendiren bir olaydır. Bu olayı doğru dürüst tahlil etmeden, anlamadan ve algılamadan, yakın tarihimizi, dünümüzü, bugünümüzü, yarınımızı, dün olup bitmiş, bugün de sürüp gitmekte olan pek çok olayı doğru dürüst anlayabilmek ve anlamlandırabilmek mümkün değildir.

Filistin davasının fitilini ateşleyen olay, 1897 yılında Basel’de toplanan I. Dünya Siyonist Kongresinde Siyonistlerin dünya hâkimiyetine giden yolda, Osmanlı Devleti Sınırları içindeki Filistin ve çevresinde İsrail devletini kurma projelerini uygulamaya koyma kararı almalarıyla başlamıştır.

Siyonist Yahudiler, bir yandan da gizliden gizliye silahlanıyorlar ve İngilizler lehine casusluk faaliyetleri yürütüyorlardı. Özellikle Aaron Aaronson adlı bir Yahudi’nin yönetiminde kurulan NILI adlı istihbarat örgütü hiç durmadan İngilizler’e bilgi uçuruyordu. Bunlar arasında Osmanlı ordusunda yıllarca hizmet verip rütbe almış, daha sonra kaçıp İngiliz ordusunda görev almış Yahudiler de vardı. Kendilerine çok güvenen, Abdülhamid’in alaşağı edilmesinde de büyük yardım ve desteklerini gördükleri Siyonist Yahudilerin, özellikle Birinci Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı Devletine karşı takındıkları bu olumsuz tavır İttihatçıları hayal kırıklığına uğrattı ve onlara karşı sert ve olumsuz bir tavır takınmalarına neden oldu. Casusluk iddiasıyla pek çok Yahudi yakalandı, haklarında soruşturma ve kovuşturma yapıldı, kimisi mahkum olup cezalandırıldı. Osmanlıların kendilerine “casus” muamelesi yaptığından şikayet eden bazı Yahudiler, Osmanlı topraklarını terk ederek o zamanlar İngiliz yönetiminde olan Mısır’a geçtiler. İngilizler de bu Yahudiler için Mısır’da çadır kamplar oluşturdular. 1914 yılının Aralık ayında, İskenderiye’de dörtte üçü Rus Yahudisi olan yaklaşık 11.000 göçmen toplanmıştı. Filistin’den Mısır’a kaçan mültecilerden biri de Joseph Trumpeldor adlı bir Rus Yahudisi’ydi. Trumpeldor, St. Petersburg Üniversitesi’nin Dişçilik Fakültesini bitirmiş, ancak kariyerini askerlikte yapmıştı. 1904-1905 Japon-Rus savaşında, ünlü Port Arthur kuşatmasında Rus ordusunda savaşırken sol kolunu kaybetmiş ve bu nedenle Rus Çarı tarafından ülkenin en büyük 4 şeref madalyasıyla onurlandırılmıştı. Kendisine orduda tekrar görev verilmesine rağmen o pek de rahat olmadığı Rusya’da daha fazla kalmak istemedi. Filistin’e yerleşerek bu topraklarda ziraatla uğraşmak istiyordu. 1914’te Filistin’e geldi ve burada, kendisi gibi Rusya’dan göçmüş Yahudiler arasında siyasi faaliyetlere başladı. Osmanlı Devleti aleyhindeki faaliyetleri ortaya çıkınca da Filistin’den Mısır’a kaçmak zorunda kaldı.

KURTLAR SOFRASINDAKİ KUZU

Siyonistlerin hedefledikleri bir Yahudi Devleti’nin, yani İsrail’in kurulabilmesi için Osmanlı Devleti’nin yıkılması, bölünüp, parçalanması gerekiyordu. Bu amaçlarına kavuşabilmek için de bütün dünyayı ateşe verecek büyük bir dünya savaşı çıkarabilmek ve Osmanlı Devleti’nin de yenilecek, yutulacak tarafta yer alması için ellerinden geleni yaptılar.

Birinci Dünya Savaşı, adı üstünde neredeyse dünyadaki bütün devletlerin ve milletlerin birbirleriyle savaştığı çok büyük bir emperyal kavgaydı. Sömürgeci devletler, bu kanlı savaşla sömürgelerini daha da artırmak, sanayileri için yaşamsal önemdeki hammadde kaynaklarını ele geçirmek istiyorlardı. Bunun için birbiriyle kıyasıya ve amansız bir kavgaya girişmişlerdi. Siyonistlerin amacı da Filistin’e gelip yerleşmek ve İsrail devletini kurmaktı.

Kurtlar sofrası kurulmuştu. Herkes, bu sofradan daha fazla pay kapmak istiyordu. Pek farkına varamasak yahut bilmezden gelsek de, sofranın ana yemeği aslında bizdik. Çünkü paylaşılacak ganimetlerin en iştah çekicisi bizim topraklarımızdı. Üstelik yeni dönemin en önemli enerji kaynağı olan petrol bizim topraklarımızda bulunmuş, bu da öteden beri bizi yemek isteyenlerin iştahlarını daha bir kabartmış, arzularını daha bir kamçılamıştı.

Yöneticilerimiz ise, gerçeklerden habersiz, tarifsiz bir saflık içinde, acaba bu kurtlar sofrasından bize de bir pay düşer mi beklentisi içindeydiler. Almanların safında bu sofranın bir kenarına ilişmeyi akıllılık saydılar. Hâlbuki hem yanlış ata oynamışlar, hem vahşi etoburlara benzeyen emperyalist devletlerle bizim beslenme rejimimizin aynı olmadığını ve olamayacağını anlayamamışlardı. Bu farklılık kurtlarla kuzuların genetik yapıları kadar tersti. Halbuki Sultan Abdülhamid, bütün politikasını yakında patlak vermesini beklediği, bir dünya savaşından Devleti uzak tutabilme üzerine kurmuştu. Ancak büyük devletlerin birbirini yiyip bitirecekleri ve Osmanlı Devletinin dışında kalacağı bir savaş sonunda nefes alma ve yeniden dirilme imkanına kavuşulabileceğine inanıyordu.

Fakat ondan sonra gelen basiretsiz ve ferasetsiz yöneticiler, devleti ve milleti en başından itibaren görülmesi ve beklenmesi gereken garipliklerle, felaketlerle, acı ve ızdıraplarla dolu kötü bir maceranın, Birinci Dünya Savaşı yangınının içine attılar. Bu savaşta biz, kedisini yemek için kurulmuş kurtlar sofrasına oturmuş kuzuya benziyorduk. Gelin görün ki, bizim aydınlarımızın ve devlet adamlarımızın çoğu, bizi kesinkes yemeye niyetli bu kurtlara karşı büyük bir aşk, sevgi ve bağlılık duyuyorlardı. Kimisi bu tarafı, kimisi o tarafı tutuyor, ama kendi insanlarına, kültürlerine, tarihlerine sevgi bir tarafa, hastalıklı bir aşağılık duygusu içinde aşağılayarak, nefretle ve tiksinti ile bakıyorlardı. Mevlana’nın dediği gibi; ‘Kurdun kuzuyu yemeye niyetlenmesinde şaşılacak bir şey yoktur. Ama şaşılacak olan şey, kuzunun da kurda gönül bağlaması ona âşık olmasıdır.’ Böyle garip bir atmosfer içinde kendimizi, aniden Birinci Dünya Savaşı cehenneminin içinde buluverdik.

On ayrı cephede savaştığımız I. Dünya Savaşı’nın en kanlı, en zor ve en büyük mücadelesi Çanakkale Cephesi’nde yaşandı. İngilizler ve Fransızlar, Çanakkale Boğazını geçerek İstanbul’u işgal etmek, Osmanlı Devletini ve Türk Milletini tarih sahnesinden silmek istiyorlardı. Bu amaçla, adına ‘Yenilmez Armada’ dedikleri, o zamana kadar tarihte benzeri görülmemiş büyük bir donanmayla 19 Şubat 1915 tarihinde Çanakkale Boğazına girdiler. Kesin ve kolay bir zaferden son derece emindiler. Ama Türk milletinin tarihte eşine az rastlanır şanlı direnişi ve kırılmaz mücadele azmi karşısında, yaklaşık bir yıl sonra Ocak 1916’da ‘Çanakkale Geçilmez’ demek ve yenilgiyi kabul ederek çekilmek zorunda kaldılar. 250 000’den fazla şehit verdiğimiz bu savaşlarda, Türk Milleti büyük bir kahramanlık destanı yazdı.

Çanakkale Savaşlarının bir başka önemi de, Filistin ve Kudüs için mücadele eden bütün tarafları ilk defa bu savaşta ateş hattında karşı karşı getirmesidir. Bir tarafta biz vardık. Çünkü Filistin dörtyüz yıldan beri bizim toprağımızdı. Ne Filistin’i ne de hepsi ecdat kanıyla sulanmış yirmimilyon kilometre karelik vatan toprağının bir karışını bile Sultan Abdülhamid’in dediği gibi kendi kanlarımızla sulamadıkça düşmana teslim edemezdik. Öbür tarafta ise devletimizi yıkmak, milletimizi tarih sahnesinden silmek isteyen ve el altından Siyonistlere de Filistin’de toprak vermeye söz vermiş olan İngilizler ve müttefikleri vardı. Bizim yanımızda Filistin’li Müslüman gönüllüler, onların yanında da Siyonist gönüllüler savaşıyor, Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden silinmesinden sonra hız kazanacak, o gün bugün artarak devama edecek olan silahlı mücadelelerinin ilk kurşunları Çanakkale’de atılmaya başlıyor, ilk kıvılcımı burada çakıyor, ondan sonra bir daha ardı arkası kesilmeyecek sıcak çatışmalar ve savaşlar ilk defa burada başlıyordu.

Bugün de bütün şiddetiyle sürüp giden bu davanın ve mücadelenin özünü, aslını ve esasını daha iyi kavrayabilmemize, her iki tarafın da prototipi sayılabilecek iki örneği biraz daha yakından tanımamız yardımcı olacaktır. Bunlar, Yahudi Siyon Katırcı Bölüğü ile Çanakkale Savaşları’na katılmış gönüllülerden biri olan Filistin halkının milli kahramanı Kudüs Müftüsü Emin el-Hüseyni’dir.

ÇANAKKALE’DE SİYON KATIRCI BÖLÜĞÜ

Zion Katır Bölüğü Amblemi

Çanakkale’de Mehmetçik dünyanın en büyük güçlerine, yenilmez armadalara karşı, kan ve ateş içerisinde vatanını, dinini, milletini savunmaya çalışırken, yanında onlarla omuz omuza savaşmak için gönüllü yazılıp gelmiş Filistin’li ve Kudüs’lü kardeşleri, karşısında ise müttefikler güçlerle beraber olan ve onların safında yer alan tuhaf bir birlik vardı: “Siyon Katır Bölüğü!”

Yahudi Katır (Ester) Bölüğü, tıpkı 1. Dünya Savaşı’ndaki “Yahudi Lejyonu”, İspanyol İç Savaşı’ndaki “Botwin Bölüğü” ve 2. Dünya Savaşı’ndaki “Yahudi Alayı” gibi bir “Diaspora” birliğiydi…

Yahudiler, Roma ordularının Milâttan Sonra 70’te Kudüs’ü yerle bir etmelerinden sonra bir daha hiç bir düzenli orduya sahip olamamışlardı. Çanakkale’de Mehmetçik’e karşı savaşan bu askeri birlik, aynı zamanda Yahudi tarihinin yaklaşık 2 bin yıllık süre içinde kurulmuş ve bir savaşa katılmış ilk askeri birliği, ilk Yahudi ordusu olma özelliğine ve şöhretine de sahipti. Yahudiler, 2 bin yıl aradan sonra ilk savaşlarını ne yazık ki, kendilerini defalarca soykırımlardan kurtaran, hiç kimse onları kabul etmezken, kucak açıp onları ülkesine kabul eden Türklere karşı yapıyorlardı.

Bu olayı daha iyi ve daha doğru olarak anlayabilmek için, Yahudiler’in I. Dünya Savaşı öncesinde “bir Yahudi devleti kurmak” amacıyla giriştikleri eylem planlarını bilmek gerekmektedir.

Bilahare Filistin’e intikal ettirilmek üzere dünyanın dört bir tarafından gelen Yahudi mülteciler, Mısır Yahudi Topluluğu ve İngiliz askeri yetkililerince Mısır’da kurulan kamplara yerleştiriliyorlardı. Kendilerine verilen bir kimlik kartı sayesinde, günde üç öğün yemek yiyebiliyorlar ve kamp içinde çalışabiliyorlardı. Kamplara gelen her yeni mülteci grubu, Filistin’de kalan Yahudilere, Türkler’in çok kötü muamele ettiklerine dair haberler taşıyor, bu da kamptakileri daha çok öfkelendiriyor, Osmanlı Devletine ve Türklere karşı tahrik ediyordu.

Bu gelişmeler, Ze’ev Jabotinsky, Joseph Trumpeldor ve Yarbay John H. Patterson tarafından, Çanakkale’de İngilizlerin yanında, Osmanlı Devletine ve Türklere karşı savaşacak Siyon Katırcı Birliği’nin kurulmasında epeyce etkili oldu.

Ze’ev Jabotinsky, 1880’de Odessa’da doğmuş, eğitimine Rusya’da başlamış ve 1898’den sonra Bern ve Roma’da hukuk öğrenimi görmüş, geçimini gazetecilikten kazanan ve iki Odessa gazetesinin birden muhabirliğini yapan bir Rus Yahudisiydi. Avrupadaki eğitimi sırasında Siyonizm hareketinden çok etkilenmiş ve 1901’de Odessa’ya tam bir Siyonist olarak dönmüştü. Doğu Avrupa ve Rusya’da Yahudi düşmanlığının artması ve toplu katliamlara dönüşmesi birçok Siyonist lider gibi onu da Theodore Herzl ile aynı çizgiye getirmişti. Rusca, İbranice, Yiddiş, İngilizce, Fransızca ve Almanca dillerini çok iyi biliyordu. Etkili konuşma yeteneğiyle, gittiği her yerde kalabalıkları yönlendirme gücüne sahipti. Siyonist kongrelerinde de oldukça etkiliydi. Yahudiler’in Filistin’e yerleşmelerini, bu yönde Diaspora’da sürdürülen politik çalışmaları ve eğitim faaliyetlerini bütün gücüyle destekliyordu.

Abdülhamid’in tahttan indirildiği 1908 İhtilalinden hemen ardından Jabotinsky de İstanbul’a geldi, Jön Türkler ve İttihatçılar arasında çok geniş bir çevre edindi. Türkiye’de çok aktifti. Bu arada Türkler’i de daha yakından tanıma fırsatını buldu. Bazı yazılarında Türkler’i, “büyük devlet adamları çıkaran, asker yetiştiren, iyi kalpli ve misafirperver bir millet” olarak niteliyordu.

Ona göre, Osmanlı İmparatorluğu artık yıkılmaya yüz tutmuş, bölünüp parçalanmasının önüne asla geçilemeyecek olan bir devletti. Dolayısıyla Türk halkının da artık buna razı olması, Osmanlı Devletinin bölünmesine ve ülke toprakları üzerinde milli devletler kurulmasına izin vermesi gerektiğini savunuyordu. Bu düşünceleri ve güttüğü Siyonizm davası, onda çok önceden beri Osmanlı’ya karşı savaşma fikri bulunduğunu göstermektedir. Filistin’de devlet kurabilmeleri için Yahudilerin Osmanlı Devleti’ne karşı savaşmaları gerektiğini ilk ortaya atanlardan ve bunu yüksek sesle savunanlardan biri de Jabotinsky idi.

1. Dünya Savaşı başlarında Odessa gazetesi onu Batıya gönderdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun Merkezi Güçler (Almanya-Avusturya-İtalya) yanında savaşa girmesi, Jabotinsky’de “Avrupa’nın hasta adamı”nın artık yıkılacağı kanaatini daha da güçlendirdi. O zamana kadar savaşan cepheler arasında tarafsız gibi görünen Siyonist hareketin Filistin’le ilgili emellerini gerçekleştirmek için, savaşta İtilaf Güçlerinin (İngiltere-Fransa-Rusya) yanında yer almaları gerektiğine onları inandırmakta büyük başarı sağladı.

Jabotinsky, 1917 yılında yayınladığı “Turkey and the War” (Türkiye ve Savaş) adlı kitabında, I. Dünya Savaşı’nın çıkış nedeninin, İtilaf devletlerinin iddia ettiği gibi Alman militarizmi değil, “şark meselesi” olduğunu ileri sürmektedir. Savaşın Osmanlı Asyasını paylaşmadaki ahenk yoksunluğundan çıktığını öne süren Jabotinsky’ye göre Almanya, tüm Osmanlı’yı himayesi altına almak bahanesiyle Şark’ın zenginliklerine sahip olmak isterken; Fransızlar Suriye’ye, İngilizler Mezopotamya’ya, Rusya Doğu Anadolu ve Boğazlar’a, Yunanlılar ve İtalyanlar da İzmir’e göz dikmişlerdi.

Jabotinsky, İskenderiye’ye geldiğinde ilk tanıştıklarından biri, kendisi gibi bir Rus Yahudisi olan, Rus ordusunda görev yapmış, cesaret ve başarı madalyaları kazanmış eski bir subay olan Joseph Trumpeldor oldu. Jabotinsky ile Trumpeldor, ilk kez Aralık 1914’te, Mısır’daki Cabbari mülteci kampında karşılaştılar. Konuştukça her ikisi de aynı idealleri paylaştıklarını anladılar. Trumpeldor da Jabotinsky gibi, I. Dünya Savaşı sonunda Filistin’in Türlerden ve Osmanlı Devleti’nden koparılacağına kesin gözüyle bakıyor, ancak İngiltere’nin desteğiyle burada Yahudiler lehine bazı siyasal düzenlemelerin gerçekleştirebileceğine inanıyordu. Bu büyük savaşta İngilizlerin yanında yer almazlarsa, Filistin’i Türkler’den kurtarabilmelerinin ve burada “Yahudiler’e vaat edilmiş ülke İsrail”i yaratmalarının mümkün olamayacağını, böyle bir talepte bulunamayacaklarını, bulunsalar bile bunun dikkate alınmayacağını düşünüyordu. Bunun için de Yahudi mültecilerden bir lejyon oluşturulmasını, bu birliğin Türkler’e karşı İtilaf Güçleri’nin hizmetine sunulmasını ve bunun karşılığında da İsrail’i kurmak için İngilizler’den yardım istenmesini öneriyordu. Bu fikri Jabotinsky de benimsedi. Ona göre de yüzyıllardır dünyanın dört bucağına dağılmış, zor koşullar altında yaşayan Yahudilerin millet olmaya hak kazanabilmeleri ancak, askeri bir disiplin geliştirmeleriyle ve savaşta ön saflarda çarpışıp kendilerini tüm dünyaya kabul ettirebilmeleriyle mümkün olabilecekti. Bu amaca ulaşabilmek için de ilk önce, sembolik de olsa, kurulacak ve İngilizlerin saflarında Türklere karşı savaşacak bir askeri birlikle İngiltere’nin doğal müttefiki olduklarını kanıtlamaları gerekiyordu. Bu fikri diğer Yahudi ileri gelenlerine de kabul ettirmek ve uygulamaya geçirmek için beraberce harekete geçtiler. Jabotinsky, Osmanlı Devleti’ne karşı İngiltere yanında girişilecek böyle bir savaşın sadece Filistin’de açılacak yeni bir cephede verilmesini istiyor, başka bir cephede savaşmayı düşünmüyordu. Başka yerde çarpışmanın, amaca giden yolu uzatacağına, İsrail devletini kurma işini geciktirebileceğini düşünüyordu.

3 Mart 1915 akşamı, 8 kişilik Yahudi komitesi, Gabbari kampında, bir akaryakıt firmasının temsilcisi olan Mordehay Margolin’in odasında toplandı. Ze’ev Jabotinsky ve Joseph Trumpeldor, komiteye Osmanlı Devletine karşı savaşacak yeni bir “Yahudi Lejyonu” kurulması planını sundular. Plan, 5 kabul, 2 ret, bir de çekimser oyla kabul edildi. Jabotinsky, 12 Mart günü, Mafruza kampında, ahırdan bozma bir salonda toplanan 200 Yahudi’ye duygulu bir konuşma yaptı. Hemen etkisini gösteren konuşma sonunda, bir defterden yırtılmış kâğıda İbranice yazılmış 7 satırlık kararı 180 kişi imzaladı.

Diğer mülteci kamplarından gönüllülerle beraber 1000 kişilik bir liste hazırlandı. Bir dilekçeyle 22 Mart 1915 günü Mısır’daki İngiliz güçlerinin komutanı General Sir John Maxwell’e başvurdular. Onların amacı Filistin Cephesinde savaşmaktı. Ne var ki Maxwell, bu dilekçeyi, Filistin’e şimdilik bir taarruzun söz konusu olmadığını, ayrıca İngiliz ordusu kurallarının yabancı ulusların mensuplarından askere almaya izin vermediğini belirterek reddetti. Ancak generalin bir başka teklifi vardı. Eğer isterlerse, bu gönüllülerden diğer Türk cephelerinde ulaştırma birliği olarak yararlanılabileceğini, örneğin bir katır birliği oluşturulabileceğini, hatta bu birliğe Asuri Yahudi Mülteci Katır Birliği adı da verilebileceğini söyledi.

Jabotinsky ve çoğu komite üyeleri bu teklifi derhal reddettiler. Teklifi ve birliğin adını onur kırıcı bulmuşlardı. Koskoca İtilaf ordusunun içinde bir “eşek taburu” olmayı içlerine sindirememişlerdi. Fakat Trumpeldor, bu teklifin de kabul edilmesi gerektiğini savunuyordu. O adı ne olursa olsun sadece Yahudiler’den kurulu Türklere karşı savaşacak böyle bir birliğin de Yahudilere Sion yolunu açacağına yürekten inanıyor, bunun İsrail’i özgürlüğüne kavuşturacak gücün başlangıcı olacağını iddia ediyordu.

Aslında İngilizler, Yahudiler’den asker olarak yararlanma düşüncesinde değildi. Nitekim General Ian Hamilton İngilizlerin Yahudilerden nasıl yararlandıklarını şu sözlerle ifade ediyordu.
“Yahudiler’i kendi çıkarlarımız için istismar ederken Yahudi gazetecilerin ve bankerlerin desteklerini sağlamak bizim için çok önemliydi. Yahudi gazeteciler bizim davamıza renk katıyor, Yahudi bankerler de savaş bütçemize para yağdırıyordu.”

Tam bu noktada, sahneye Yarbay John H. Patterson adlı bir İngiliz subayı girdi. Kraliyet istihkâmcılarından olan bu İrlandalı demiryolu mühendisi, 1898’de Uganda’ya gönderilmiş; Hintli Müslüman işçilerle Mombasa-Nairobi demiryolunu yapmış bir Boer Savaşı askeriydi. Hindistan’da ve Güney Afrika’da epey bir şöhret kazanmıştı.

Eski Ahit ve diğer dini kitapları okumuş, Yahudi tarihi ve kahramanları hakkında bilgi sahibi biri olduğu için Patterson’u Kahire’ye General Maxwell’ çağırmıştı. Patterson’un Yahudiler’e çok sempatisi vardı. Kısa zamanda Jobotinsky’nin ve Siyonizm’in destekçilerinden biri oldu. Patterson; Mafruza kampında göçmenlere hitaben yaptığı bir konuşmada, savaşta ileri hatlara cephane ve malzeme taşıyan bir kişinin, ileri hatta düşmana kurşun sıkan kişi kadar cesur olması gerektiğini vurgulamış, onlara eşlik eden General Alexander Godley de, “Bugün, İngiliz halkı, Yahudilerle bir akit imzalamıştır” demişti.

Böylece, Yahudi Katır Bölüğü, Mısır’da, 23 Mart 1915’te, Yarbay Patterson yönetiminde göreve başladı. Trumpeldor, birlikteki 2. komutandı. İkisi, Kahire’den Yahudi mültecilerin yaşadığı İskenderiye’ye gittiler ve Rue Sesostris 14 numarada bir karargah kurdular. 31 Mart’ta, Yahudi toplumunun önde gelenleri, özellikle de Hahambaşı Prof. Raphael de la Pergola’nın yardımlarıyla Gabbari’de gönüllü kaydettiler. İlk 500 kişiye yemin ettiren Hahambaşı Pergola, yaptığı konuşmada Patterson’u, “İsrail’in Mısır’dan Vadedilmiş Ülke’ye ulaşmasını sağlayacak 2. Musa” olarak tanıttı. Başlangıçta bu birliğe karşı olan Jabotinsky ise, Roma, Paris ve Londra’ya giderek İtilaf Güçleri’nin içinde tam teşkilatlanmış bir Yahudi lejyonu kurulmasına destek vermeleri için bazı devlet adamlarıyla görüşmeler yaptı. Fakat arzu ettiği sonucu alamadı.

Bu yeni birlik, Mısır Seferi Gücü’nün bir birliği olarak tasarlandı. Birlik, 737 asker, 5 İngiliz ve 8 Yahudi subaydan oluşacaktı. 20 at ve 750 yük katırı, eyer ve yük sandıkları, her biri 4 galon su alan bidonlar İskenderiye’den temin edildi. Yahudi subaylar, İngilizler’den yüzde 40 daha az ücret alacaktı. Birlik, her biri iki subaylı 4 takıma, her takım, bir çavuş yönetiminde 4 bölüğe, her bölük de başlarında birer onbaşı olan alt birimlere ayrıldı. Emirler İngilizce ve İbranice verilecekti. Hahambaşı da “onursal din görevlisi” olarak nitelendi. Subayların ve askerlerin birçoğu yüksek okul okumuş ya da öğretmenlik, avukatlık yapmış profesyonel insanlardı. Sıhhiye ekibinin başında Dr. Meshulam Levontin vardı.

Yahudi Katır Bölüğü, 562 adamla 17 Nisan 1915 günü Anglo-Egyptian ve Hymettus gemileriyle Çanakkale Boğazına doğru yola çıktı ve 25 Nisan 1915 günü Gelibolu Yarımadasına ayak bastı. Hepsinin yakasında da sarı renkli Davut yıldızı motifli birlik arması işlenmişti. Birlik ikiye bölünmüş, yarısı ünlü 29. Tümen’le birlikte Seddülbahir’e, diğer yarısı da ANZAC Kolordusu’yla birlikte Arıburnu’na çıkarılmıştı.

Yahudi Katırcı Birliğinin Gelibolu yarımadasında Türkler’e karşı savaştığını haber alan Filistin’deki 4. Ordunun Kumandanı Cemal Paşa, bu duruma çok sinirlendi. Onu ve diğer Türk yetkilileri teskin etmek isteyen bölgedeki Osmanlı Yahudileri, cemaate bir duyuru yaparak, İngilizlerle birlikte savaşa katılmanın doğru olmadığını açıkladı, hatta Kudüs’te bir protesto yürüyüşü de düzenlendi. Ancak, bu olay Yahudilerin cemaat olarak İttihatçıların gözünden düşmelerine, güvenilirliklerini yitirmelerine sebep oldu. İttihatçıların Yahudiler’e karşı artan baskısı ve olumsuz tutumları bu sefer de devlete sadık Yahudiler’in de Osmanlı yönetimine küsmelerine, desteklerini çekmelerine yol açtı.

Aslında ilk zamanlar cephede de işler pek iyi ve düzgün yürümüyordu. Daha önce hiç askerlik yapmamış, savaşa gitmemiş, sırf Mısır’daki mülteci kamplarının zor şartlarından kurtulmak için birliğe katılmış gönüllüler arasında, kimi zaman herkesin önünde kamçıyla cezalandırmaya cezasını gerektirecek kadar ciddi disiplinsizlik olayları oluyordu. Zaman zaman idealist Yahudilerle diğerleri, Siyonist Yahudilerle diğerleri, Rus Yahudileriyle Sefarad Yahudileri gibi ayırımlar yüzünden gönüllüler arasında tartışmalar, kavgalar, çatışmalar oluyordu. Fakat bunların hepsi Patterson’un sabırlı, uzlaştırıcı, çabaları ve Trumpeldor’un da fedakârlıklarıyla tatlıya bağlandı ve bu Yahudi birliği Gelibolu macerasının sonuna kadar bir arada tutulabildi.

Seddülbahir’deki grup, savaş boyunca buradaki tek ulaştırma birliğiydi. Bu birlik, yoğun ateş ve inanılmaz güç şartlar altında, ön cephelere su, cephane, yiyecek ve diğer ihtiyaçların ulaştırılması görevi yaptı. 1915′in Haziran ayında Patterson, iki birlik daha getirip, bir üs kurabilmesi için İskenderiye’ye adam toplamaya gönderilmiş ancak Kahire’den sadece 150 kişilik bir Yahudi takviye grubu daha getirebilmişti.

Savaş sırasında, uluslararası kamuoyu, cephedeki bu biricik Yahudi birliğine büyük ilgi gösterdi. New York’ta yayınlanan Yahudi gazetesi Der Tag, bu birlik hakkında Ian Hamilton’a görüşmüş ve ondan bilgi talebinde bulunmuştu. Hamilton gazetenin sorusunu şöyle cevaplandırdı:

“Bildiğiniz gibi, burada emrimde savaşan bir Yahudi birliği var. Bildiğim kadarıyla da, Hıristiyanlık çağında böyle bir olay ilk kez oluyor. Bu insanlar, Türkler tarafından, aileleri ile birlikte, acımasızca, aç-bilaç Kudüs’ten kovulunca Mısır’a gelen kişiler… Tüm birlik bu insanlardan oluşturuldu ve benimle burada Türkler’e karşı savaşıyorlar. Bu birlik resmi olarak Zion Katır Bölüğü olarak adlandırıldı. Subay ve erleri yoğun ateş altında su, cephane taşıyorlar, büyük cesaret gösteriyorlar. Bunlardan özellikle bir er için Majesteleri Kral’a DCM madalyası ile ödüllendirilmesi için teklif ettim. (3 tanesine madalya verildi)”

Savaşa General Ian Hamilton’un kurmay heyetinde görevli olarak katılan ve 1932’de “Çanakkale Askeri Operasyonu” adlı önemli bir kitabı yayınlanan General C.F. Aspinall-Oglander, Hamilton’un Yahudi Katır Bölüğü için şöyle dediğini nakletmektedir:

“Savaşta aynı ölçüde şöhret kazanan İngiliz ve Hint güçlerinin yanı sıra Yahudi Mülteci Katır Bölüğü (Zion Katır Bölüğü olarak bilinir), Suriye ve Filistin’deki mülteci Yahudiler’den kısa sürede teşkil edilmişti. Ağırlıklı olarak Rusya kökenli bu insanlar Mısır’a güvende olmak için gelmişlerdi. Albay Patterson, bunlar arasından 750 katırla 500 adam seçmekle görevlendirildi. Emirler kısmen İbrani, kısmen de İngiliz dilinde veriliyordu. Bu adamlar, 1915’te Süveyş Kanalı’ndaki savaşta Türkler’den ele geçirilen tüfeklerle silahlandırılmışlardı. Bu birlik, büyük bir olasılıkla, İsa’dan sonra 70’de Kudüs’ün düşüşü sırasında, Titus’un idaresindeki Roma ordusuna karşı savaşan Yahudi güçlerinden sonra savaşmış ilk Yahudi birliğiydi…”

Siyon Katır Bölüğü, bir destek birliğiydi ama Türk askerleriyle zaman zaman çatışmalara da girdiler. Kurşun sıktıkları karşı cephede Türk askerleri arasında az sayıda da olsa Osmanlı vatandaşı Yahudiler ve çok sayıda Filistinli gönüllüler de vardı. Aradan 2 bin yıl geçtikten sonra kurulan ilk Yahudi ordusu, kaderin bir cilvesi olarak, ilk savaşlarını kendilerini soykırımdan kurtaran Türklere karşı yapmış, bu arada karşı siperlerde Osmanlı askeriyle omuz omuza savaşan Osmanlı Yahudileri’ne de kurşun sıkmışlardı.
Savaşın Ocak 1916’da bitmesinden sonra Siyon Katır Birliği’nin görevi de 26 Mayıs 1916′da sona erdi. Savaş sonunda birlik 15 kayıp vermiş, 25 kişi de yaralanmıştı. Katırlar ise 47 kayıp vermişti. Patterson, savaş sırasında birkaç kez hastalandı ve yaralandı. Tedavi olmak amacıyla İngiltere’ye döndü ve tedavi olduktan sonra tekrar Mısır’a geldi. İngilizler, bu birliği Çanakkale’den Filistin’e getirdikten sonra dağıtmayıp, General Allenby’nin emrine verdiler. Bu birlik, daha sonra tam da Jabotinsky’nin arzu ettiği gibi, Filistin Cephesinde bize karşı savaşacak olan “Yahudi Lejyonu”nun çekirdeğini oluşturdu. Tamamı Yahudiler’den oluşan bu muharip birliğe neredeyse dünyanın dört bir tarafından gönüllü Yahudiler toplandı. Amerika Birleşik Devletleri’nde yayınlanan Yahudi dergilerinde boy gösteren ilanlarla ve posterlerle bütün Yahudiler bu birliğe gönüllü yazılmaya çağırılıyordu. I. Dünya Savaşı esnasında Yahudi Amerikan dergilerinden birinde basılmış aşağıdaki ilan bunlardan biriydi.

Bu ilanda Yiddish dilindeSion’un kızı (Yahudi halkını temsil eder)… Eski ülkesini istiyor. Yahudi Alayı’na katıl! sloganları yazıyordu.Oluşturulan Yahudi Lejyonu, General Allenby‘nin bize karşı başlattığı Filistin harekâtına katıldı.

Çanakkale Savaşlarının ve Birinci Dünya Savaşının bir diğer ilginç yönü de İsrail Devleti’nin kuruluşuna kadar varan askeri, siyasi ve hukuki gelişmelere bir başlangıç teşkil etmesi ve zemin oluşturmasıdır. Siyonist Katırlı Birliği’nin İngiltere’nin yanında Çanakkale Savaşlarına katılmasının, amaçlarını gerçekleştirme yolunda Siyonist liderlere çok büyük yardımı ve desteği olmuştur. Nitekim İngiltere, 2 Kasım 1917’de yayınlanan “Balfour Bildirisi” ile ilk kez resmi bir belgede, Yahudilere Filistin’de bir yurt verilmesi fikrini benimsediğini ilan etmiştir. Bildirinin bu konuyla ilgili kısmı aynen şöyledir: “Majesteleri’nin Hükümeti adına sizlere Musevi – Siyonist emellerine karşı sempatimizi ifade eden ve hükümet adına onaylayan bu bildiriyi sunmaktan büyük zevk duyuyorum: Majesteleri’nin Hükümeti, Musevilere, Filistin’de milli bir yurt kurulmasına olumlu bakmaktadır. Bu amaca ulaşılmasını kolaylaştırmak için elindeki bütün imkânları kullanacaktır.”
I. Dünya Savaşı sonrası toplanan Barış Konferanslarında da Filistin ve Siyonizm konusu gündeme getirildiğinde, büyük devletlerin davaya olumlu bakışını ve desteğini sağlamada da Çanakkale’deki Siyon Katır Bölüğü’nün önemli etkilerinin olduğu değişik kaynaklarda dile getirilmektedir. Bu fikrin babası ve uygulayıcılarından biri olan Jabotinsky de bu gerçeği, daha sonra yayınlanan anılarında şöyle ifade edecektir:

“Şunu açıkça belirtebilirim ki, Trumpeldor, o zaman görüşlerinde haklıydı. Savaşmak amacıyla Gelibolu’ya gidiş, Siyonizm’e yepyeni ufuklar açmıştır. Eğer biz 2 Kasım 1917’de Balfour Deklerasyonu ile Filistin’de yurt edinme konusunda söz aldıysak, buna ulaşan yol Gelibolu’dan geçmiştir.”

Birliğin kurucularından Joseph Trumpeldor, daha sonra bölgede Yahudi yerleşim yerleri kurulması çatışmaları sırasında 1 Mart 1920’de, Tel Hail adlı yerleşim yerinde öldürüldü. İsrail’in kurulmasından sonra Tel Hail’e Trumpeldor, adına koskoca bir anıt dikildi. Joseph Trumpeldor, şimdi İsrail’de kahraman olarak hatırlanıyor ve ölürken söylediği iddia edilen “Boşverin, vatan için ölmek güzel şeydir” sözü ders kitaplarından kitabelere kadar birçok yerde yer alıyor.

İLGİLİ MAKALELER

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

EN POPÜLER

SON YORUMLAR