DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜMLERİMİZ
DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜM GERÇEĞİ
Bu dünyanın hiçbir şeyinde bekâ ve vefâ yoktur. Dolayısıyla bu dünyada hiçbir şey, hep olduğu gibi ve aynı kalmaz. Her şey, her an bir değişim ve dönüşüm yaşar. Herakleitos (M.Ö 535-475), ‘Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.’ diyor. Bu değişim ve dönüşüm bazen olumlu, bazen de olumsuz yönde olur. Önemli olan ve istenen olumlu yönde olmasıdır.
Değişim, dönüşüm, oluşum, gelişim süreçleri süreklidir; hiçbir zaman durmaz, bitmez, tamamlanmaz. Güneş, ay ve yıldızlar bile hep başka anlar, zamanlar, insanlar, olaylar, varlıklar, dünyalar, başka sabahlar, akşamlar, geceler ve gündüzler üzerinde doğar, ışıldar ve batarlar. Hazreti Mevlana da bütün bu değişim, dönüşüm, oluşum ve bozulmaları: “Şu akıp giden zaman seline bak! Ne durması, ne de dinlenmesi var! Bak, birdenbire nasıl bozuluyor dünya, nasıl bir başka dünyanın temelini atıyor!” sözleriyle özetliyor.
Biz bile her sabah aynada bir başka bir bize bakarız. Aynada yüzüne baktığımız kimseyi, yani kendimizi bile ne kadar tanıyabildiğimiz çok şüphelidir. Yunus Emre’nin; “Bir ben vardır, bende benden içeru!” dediği gibi; içimizde kendimizin bile tam anlamıyla tanıyıp, bilemediği, anlayamadığı, göremediği, keşfedemediği nice benler, bizler, nice dünyalar gizlidir.
Bütün toplumlarda, milletlerde, insanlarda her zaman bir değişim, dönüşüm, oluşum ve hareket vardır ve hep olacaktır. Fakat bu değişim ve dönüşümler, her zaman ilerleme, gelişme, yükselme, yücelme, güçlenme vb gibi olumlu yönde ve anlamda gerçekleşmez. Bazen bozulma, çürüme, gerileme, alçalma, zaafa uğrama şeklinde olur. Bazen de her ikisi aynı anda olur, bir yanda düzelmeler yaşanırken diğer yanda bozulmalar, birbirine zıt oluşumlar ve gelişmeler yaşanabilir, bunlar birbiriyle mücadele içinde olur. İç ya da dış etkenlerden kaynaklabilen bu değişimler, dönüşümler ve oluşumlar bazen çok tehlikeli çatışmalara, çekişmelere, yozlaşmalara, bozulmalara, baskılara ve gerilimlere neden olabilir. Ekonomik büyüme, kalkınma, ilimde, fende, teknolojide ilerleme, nüfus patlaması gibi etkenlerle açıklanabilen değişim ve dönümüşler olabildiği gibi, çok daha farklı iç ve dış etkenlerden kaynaklanan olağanüstü değişim ve dönüşümler de söz konusdur. Kimilerinin toplumsal gelişme, kimilerinin toplumsal büyüme dedikleri toplumsal değişmeler, ekonomik gelişme, teknik ilerlemeyi de içerir ve bunlar birbirini besleyerek bu süreci daha da hızlandırır. Bu değişim ve dönüşümler sırasında toplumlarda sürekli yeni dengeler kurulur.
İnsanın kendisi de, fıtratı da, nefsi de; toplumsal, siyasal, sosyal, ekonomik bütün yapılar da; düzenler, sistemler, nizamlar ve dengeler de ebedî değildir, hepsi değişkendir, iğretidir, geçicidir; düzelmeye de, bozulmaya da, daha iyi olmaya da, daha kötü olmaya da meyillidir. Bunu bilip ona göre davranmak, hareket etmek, bozulan yerleri sürekli düzeltmek, yıkılan yerleri sürekli onarmak gerekir. Dünyanın en eski milletlerinden biri olarak bunda başarılı olabildiğimiz dönemler olmuştur ama maalesef başarılı olamadığımız dönemler de olmuştur.
Bu dünyada iyiliğin de, kötülüğün de, iyilerin de, kötülüklerin de hâkimiyeti ve üstünlüğü sürekli değildir. Bazen biri, bazen öbürü üstün gelir; üstünlük ve egemenlik sürekli el değiştirir. Çünkü toplumsal yapılar asla durgun değildir.
Günümüzde olduğu gibi bazı dönemlerde, değişim ve dönüşümler daha fazla hızlı olur. Hatta gelecek zamanların da geçmişe göre çok daha büyük, hızlı ve önemli değişimlere ve dönüşümlere gebe olduğu herkesin ortak beklentisidir. Bu değişim ve dönüşümlere, gelişmelere hazır olmayanları, ayak uyduramayanları, üstesinden gelemeyecekleri, bu amansız yarışta geri kalanları, bunları iyiye ve güzele doğru yönlendiremeyenleri çok büyük tehlikeler beklemektedir.
Değişim ve dönüşüm sadece insanlar için değil, bütün canlılar için geçerlidir. Ancak başka canlılardaki oluşlar ve değişimler insanlara has şuurdan mahrum olduğu için, incelenmeye araştırmaya, üzerinde durmaya fazla gerek yoktur. İnsanlardaki oluş, bozuluş, değişim ve dönüşümler bir bilinç ürünü olduğu için çok daha önemlidir.
Bizde genelde iki türlü aşırılık, yani ifrat ve tefrit vardır. Bazen; “Bize bir şey olmaz! En üstünü, en iyisi, en mükemmeli biziz ve bizdedir! Bu hep böyle olmuştur, bundan sonra da hep böyle sürüp gidecektir!’ anlayışına kapılarız. Fakat sonra bir bakarız ki, her şey altüst olmuş, düzen bozulmuş, yıkım yıkım üstüne gelmiş; bu sefer de çok büyük bir hayal kırıklığına, yeise, ümitsizliğe kapılırız. Bu sefer de; ‘Bizden bir şey olmaz!’; ‘Bu millet adam olmaz! Bu memleket düzelmez!’ demeye başlarız. Hâlbuki bunların ikisi de yanlıştır. Doğru olan ve bize yakışan orta yoldur ve böyle bir yol da vardır. Yeter ki bu konular üzerinde önemle ve ciddiyetle eğilip, durabilelim, düşünebilelim. Şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da zaman değiştikçe her şey değişecek, imkânlar, fırsatlar, avantajlarla da, sorunlar, sıkıntılar, çıkmazlar, dezavantalarla da yüzyüze kalacağız. Önemli olan bunlar karşısında almamız gereken tavrı, tutum ve davranışı iyi ve doğru belirleyebilelim, üstümüze düşen görev ve sorumlulukları tam anlamıyla yerine getirebilelim. O zaman olumsuzlukları, dert, problem ve sıkıntıları bile kendi lehimize çevirebiliriz.
Özellikle büyük ve önemli değişimler, öyle akşamdan sabaha olmuş gibi çabucak gerçekleşmez, hemen olup bitmez. Özellikle büyük değişim ve dönüşümler çok yavaş gerçekleşir, yani tedricilik esastır. Örneğin Türklerin Müslüman olması, yeni bir medeniyet yoluna girmesi üç asır asır sürmüştür.
BÜYÜK DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜMLERİMİZ
Dünyanın en kadim milletlerinden biri olan Türk Milleti ve Türkler, tarih boyunca dünyanın en büyük değişim ve dönüşümlerini, iniş ve çıkışlarını, bozulma ve düzelmelerini, evrim ve farklılaşmalarını, gevşeme ve toparlanmalarını yaşamış bir millettir. Türk tarihi de dünyanın en büyük değişim ve dönüşümlerinin, iniş ve çıkışlarının tarihidir.
Türk Milleti ve Türklük, en büyük değişim ve dönüşümünü dünyanın en büyük değiştirici, dönüştürücü, inşâ ve ihyâ edici gücü olan İslam’la yaşamıştır. “Türkler Müslüman olmak sûretiyle Türklüklerini kemale erdirmişler, âdeta tamamlamışlardır” Öztuna, Yılmaz, Türk Tarihinden Yapraklar, MEB, Millî Klasikler, İstanbul 1999, s. 48). İslamla şereflendikten sonra da Türk Milleti’ndeki bütün değişim ve dönüşüm İslam’la bağlantılı olmuştur. Allah, İslam’a bağlılıkları ve hizmetleri ölçüsünde bu milleti hep yükseltmiş, ondan uzaklaştığı ve bağlarını gevşettikçe de onlara verdiği nimetleri geri almıştır.
Türkler, İslam nimetiyle şereflendikten sonra İslâm, Türk milletinin ve Türk toplumunun günlük hayatında, dünya görüşünde, tarihinde, kimlik ve kişiliğinde, asli hüviyetinde, hiç kimsenin hayal edemeyeceği kadar büyük ve olağanüstü değişim ve dönüşümler meydana getirmiştir. İslam’ın değiştirici, dönüştürücü, inşâ ve ihyâ edici gücü, özellikle Türk Milletinin yaşadığı büyük değişim ve dönüşümlerdeki etkisi, bazı insaflı Batılı ilim ve fikir adamlarının bile çok dikkatini ve ilgisini çekmiş, bu önemli gerçeği teslim ve itiraf etmek zorunda kalmışlardır. Bu durumun bizim kendi tarihçilerimizin ve entelektüellerimizin haberlerinin hatta umurlarında bile olmaması, entelektüel kaygıyla da olsa bunun üzerinde durmamaları çok üzücü ve ibret vericidir. Bu konu üzerinde dikkatle ve önemle duran Isaac Taylor, İslâm’ın kişiler üzerindeki etkilerini Church Congress of England’da (İngiltere Klise Kongresi’nde) yaptığı bir konuşmasında şöyle açıklamıştır:
“İslâmiyet kabul edildiği zaman putperestlik, totemizm, çocukları öldürme, büyücülük hemen kaybolur. Kirliliğin yerini temizlik alır ve İslâm’ı kabul eden kişi, şahsî bir şeref, haysiyet ve kendine güven duygusu kazanır. Hayâsızca yapılan danslar, oyunlar ve karşı cinsler arası ahlâksız ilişkiler sona erer. Kadının iffeti, herkesçe kabul edilen bir fazilet halini alır. Çalışkanlık, tembelliğin yerine geçer, keyfîlik yerini hukuka ve meşruiyete bırakır. Toplumda düzen ve temkin yerleşir. Kan davaları, hayvanlara ve kölelere kötü muamele son bulur. İslâm, bâtıl inançları, her türlü tefessühü silip süpürmüştür. İslâm, boş polemiklere karşı bir başkaldırmadır. İslam, kölelere umut olmuş, insanlığa gerçek kardeşliği, temel insan fıtratını tanımayı ve ona uygun davranmayı getirmiştir. İslâm’ın yerleştirdiği faziletler edeb, nefse hâkimiyet, temizlik, iffet, adalet, metanet, cesaret, cömertlik, misafirperverlik, dürüstlük ve sabırdır… İslâm, Müslümanlar arasında tam bir kardeşlik ve eşitlik vaz eder. Kölelik, İslâm inancının bir parçası değildir. Çok kadınla evlilik şartlara bağlıdır ve zor bir iştir. Kaide olmaktan ziyade, bir istisnadır. Zaten Mûsâ (AS) da onu yasaklamamış, Davud (a.s.) uygulamış, İncil’de de açıkça men edilmemiştir. Muhammed (SAS) ise, onu sınırlandırmış ve belli şartlara bağlamıştır. Müslümanlar, Allah’ın iradesine teslimiyetleri, nefse hâkimiyetleri, iffet, doğruluk ve İslâm kardeşliği sayesinde kendilerini taklitle çok şeyler kazanacağımız bir model oluşturmuşlardır. İslâm, Hıristiyan dünyanın üç baş belâsı olan sarhoşluk, kumar ve fuhşu ortadan kaldırmıştır. İslâm, medeniyet adına Hıristiyanlıktan çok daha fazla şeyler ortaya koymuştur (Ebulfazl İzzetî, İslâm’ın Yayılış Tarihine Giriş, çev. C. Koytak, İnsan Yayınları, sayfa 335–36, İstanbul 1984).
Türk Milleti, İslamın değiştirici, dönüştürücü, geliştirici, yüceltici, ihya ve inşa edici, yeniden var edici gücüyle çok büyük değişimlere uğramış; bütün hücrelerine ve moleküllerine kadar yenilenmiştir. İslam’la şereflenen, bunun temsilciliğini ve bayraktarlığını üstlenen, kendisini bununla memur ve görevli bilen Türk Milleti ve Türkler, olumlu değişim ve dönüşümde, yeniden diriliş ve düzelmede de rakipsiz olmuş; İslam’a sarıldıkça adeta dünyanın direği haline gelmiştir. Milli kodlara ve genlere kadar işleyen böyle büyük değişimler çok zor, yavaş ve uzun süreli olduğu gibi, kolay kolay da unutulamazlar, silinip yok edilemezler. Birbirini izleyen ve bütünleyen, asırlar süren, birbirinden az veya çok farklı bu şuur; nasıl olduğu ve nasıl işlediği tam olarak bilinemeyen bir bilinçaltı iletişimi sayesinde, kıyamete kadar sürüp gidecek ve kolay kolay değiştirilemeyecek şekilde Milletimizin şuuraltına iyice kazınmış ve yerleşmiştir. Milletimizin geçmişi, bugünü ve geleceği, geçmiş nesillerle, bugünkü ve gelecek nesiller, dünyadaki işlerini ve görevlerini tamamlayıp yalan dünyadan gerçek dünyaya göçmüş olanlarla, bugünkü nesiller, hatta daha henüz dünyaya gelmemiş nesiller arasında da büyük bir şuuraltı iletişim söz konusudur. Bu yüzden Türk Milletini, sadece bugün Türkiye toprakları üzerinde yaşayan belli bir nüfustan ibaret görmemek gerekir. Zaman zaman doğal ve toplumsal müphem duyguların, şuuraltından şuura çıkarak belli ve açık fikirlere, inanç ve ideallere, tavır, tutum ve eylemlere dönüştüğü görülür. Millet dediğimiz şey, ortak bir millî kimlik, kişiliğin ve aidiyet duygusunun şekillenip kültürleştirilmesiyle oluşur.