Ana SayfaManşetAYRILIK, GAYRILIK HEVESLERİ

AYRILIK, GAYRILIK HEVESLERİ

AYRILIK, GAYRILIK HEVESLERİ

İçimizden bazıları, ayırımcılık, bölücülük yaparak, ikilik, fitne ve fesat çıkararak, uğursuz ayrılık gayrılık havaları çalarak, sen-ben kavgaları yaparak bir şeyler elde edebileceklerini sanıyorlar. Bunlar çok yanlış ve sakat yaklaşımlardır. Bunların geçmişte de hiç kimseye, hiçbir etnik gruba en ufak bir yararının olmadığı, tam tersine çok büyük zararlarının olduğu, herkesin başına çok büyük zararlar, felaketler ve yıkımlar getirdiği yaşanarak görülmüştür. Bundan sonra da bu yolları denemeye kalkanların bundan başka bir sonuçla karşılaşabilmeleri mümkün değildir.

Millet, ümmet, cemaat, sevad-ı a’zam (karabudun) gibi anlamlı bütünlükler, birlik, beraberlikler bizim dinimizin, Müslümanlığımızın, Türklüğümüzün gereklerindendir. Böyle olmasına rağmen, maalsef bu konuda da Batılılardan bile geri kaldığımız acı bir gerçektir.

20. yüzyılın ilk çeyreğinde Almanya ve Avrupa’da Gestaltçı olarak adlandırılan bir felsefi akım veya yaklaşım ortaya çıkmış, gelişip güçlenerek etkilerini günümüze kadar da sürdürmüştür. Gestalt kavramı, Almanca kökenli bir kelimedir. Parça parça veya ayrı ayrı birimlerin birleşerek, bütünleşerek, bunlarınkendisini oluşturan parçaların toplamından daha fazla bir şeyi ifade eden anlamlı bir bütün oluşturmaları anlamına gelir. Bilindiği gibi Almanya, siyasi birliğini ancak 1870 yılında tamamlayabildi. 300’ü aşkın küçük şehir devletleri birleşerek Almanya Federal Devletini kurulabildiler. Almanlar, asırlar boyunca ikilik, ayrılık, gayrılık, bölücülük sorunlarından çok çekmiş bir toplumdu. Bu yüzden de milletlerini birlik ve beraberliğe yöneltecek bu gibi felsefi görüşler, fikir akımları, Alman entelektüelleri ve entelijansiyasının çok dikkatlerini çekti. Onlar, bu konular üzerinde ve bunlar etrafında çok çalıştılar, fikir alışverişinde bulundular, birlik ve birleşme gerçekleşinceye kadar bunu gündemlerinin en başına oturttular. Fakat bunun sonucunda da milli ve siyasi birliklerini sağlayabildiler. Bu kuram, özellikle millet oluşumlarını anlamakta ve kavramakta oldukça açıklayıcı bulunmaktadır. Bu yüzden biz de, bunun üzerinde kısaca da olsa duracağız.

Gestaltçı (bütüncü) kuram, Alman bilim adamı Max Wertheimer (1880-1943) tarafından temellendirilmiştir. Bura göre, bir bütün sadece onu meydana getiren parçaların toplamından ibaret bir şey değildir. Hatta o bütünü oluşturan parçalar tek tek bir araya getirilip, matematiksel olarak toplansalar bile yine de tam olarak o bütünü ifade edemezler, karşılayamazlar. Çünkü bütün, tek tek kendisini meydana getiren parçalardan ve o parçaların bir araya getirilip toplanmasından çok daha farklı ve çok daha fazla bir şeydir.

Biz, bir insana veya bir portreye bakarken burun, göz, kulak, dudak, saç gibi tek tek organları değil, bütün bir insanı veya portreyi görür ve algılarız. Aynı şekilde herhangi bir bütünü de parçalara ayrıştırarak değil, kendi anlamlı ve örgütlenmiş bütünlüğü içinde anlamak, kavramak ve algılamak mümkün olabilir.

Bir bütün, parçalara ayrıştırılarak ve o parçalardan yola çıkılarak anlaşılamaz. Hiçbir parça, bütünün içerdiği özelliklere sahip olamaz. Bütün anlaşılıp kavranmadan, sadece parçalardan yola çıkılarak ne parçanın, ne de bütünün anlaşılıp kavranması mümkün olabilir. Bütünle parçaları arasında çok değişken bir ilişki vardır. Bir bütün, onu oluşturan parçaların toplamından çok daha ayrı, daha farklı ve daha fazla bir şeydir. Örneğin, herhangi bir yemek pişirildiği zaman, ortaya içine konulan yiyeceklerin hepsinin toplamından daha değişik bir şey çıkar.

Eğer bütün önce parçalara ayrılır, öğelere bölünür, ondan sonra da bunlar toplanarak algılanmaya çalışılırsa, anlam gözden kaçar. Bu yüzden tek tek parçalardan yola çıkılarak bir bütünü doğru olarak algılamak ve anlamlandırmak mümkün olamaz. Hiçbir şeyin parçası ait olduğu bütünü kapsayamaz, içeremez ama bütün o parçayı da içerir.

Tüm zihinsel faaliyetlerde anlam, durumun bütününün algısından ortaya çıkar. Bir bütünün ve oluşumun gerçek mahiyetini tam olarak anlamadan, kavramadan, sırf onu meydana getiren ve kendisinin ayrılmaz bir parçası olan unsurlara ayrıştırarak anlayabilmek, kavrayabilmek ve anlamlandırabilmek asla mümkün olamaz. Biz, bir melodiyi onu oluşturan notaların her birini ayrı ayrı öğrenip bellekte tutarak değil, notalar arası harmoniyi, melodiyi veren notaların oluşturduğu orijinal bütünü belleğimizde tutarak algılar ve tanırız. Bir orkestranın çaldığı bir beste dinlenirken, her bir müzisyenin tek tek performansı değil, hepsinin katkısıyla ortaya konan müzik eseri dinlenir.

Bu felsefeyi ve anlayışı Türklüğe ve Türk Milletine uyguladığımızda, Türk Milletinin de tarih içinde onu meydana getiren unsurların bir bütünü ve toplamı olduğunu görürüz. Ama Türklük, bütün o parçalardan çok daha farklı ve çok daha fazla bir şeydir. Türklük binlerce yıllık tarihsel bir süreç içinde oluşmuş ve sürekli gelişme göstermiş, hala da gelişimini devam ettiren bir oluşumdur. Onu oluşturan herkesin ve bütün unsurların bu oluşumda ortak katkıları vardır. Bu gelişim ve sürekliliğin devamlılığını sağlamak, kıyamete kadar da gelişerek sürüp gitmesi için elden gelen her katkıyı sağlamak herkesin boynunun borcudur.

Türklük özellikle de İslamiyet’le birleştikten sonra, nerelerden kimler ona akın edip gelirse gelsin, ne kadar çok dolarsa dolsun, asla taşıp dökülmeyen, hep artan ama hiç eksilmeyen, hep çoğalan ama hiç azalmayan, hep büyüyen ama hiç küçülmeyen, varlığını kıyamet sabahına kadar sürdürecek engin bir deniz, bir büyük okyanus olmuştur. Dünyanın en büyük milleti, İbrahim milleti haline gelmiştir. Tarihi tecrübeler, Türklük denizine karışanların asla yitip kaybolmadıklarını, eksilip tükenmediklerini, küçülüp zayıflamadıklarını, kendilerinden hiçbir şey kaybetmediğini, asla önemsizleşmediklerini, eriyip yok olmadıklarını göstermiştir. Aksine hepsi eskiden olduklarından ve tek başına olabileceklerinden hesaba sayıya sığmayacak kadar daha fazla büyümüşler, artmışlar, çoğalmışlardır. Ayrıca o bütün içinde hep beraber daha iyi olgunlaşmışlar, kemale ermişler, güçlenmişler, kuvvetlenmişlerdir. O büyük varlık ve birlik içinde hepsi çok büyük kazanımlar elde etmişler, kendi varlıklarını da daha iyi gerçekleştirebilmişler ve garantiye alabilmişlerdir. Türklük deryasına katılmakla hiç kimsenin en ufak bir zararı olmamıştır ve olamaz. Kazançları ise öyle basit matematik hesaplarla bile ölçülemez. Çünkü bu birlik, öyle 1+1=2 gibi öngörülebilir matematiksel artışlarla hesaplanabilen basit bir aritmetik yapı değildir. Aksine bu birlik, 11, 111, 1111 gibi birleştikçe ve bir araya geldikçe değeri onu birleştiren unsurların değerleriyle ölçülemeyecek kadar fazla artışlara neden olan bir birliktir. Herkese ve bütün taraflara hesaba kitaba sığmaz kazançlar sağlayabilen bir birliktir.

Türklük bir etnisite, bir ırk, kavim, kabile adı değildir. Aksine Türklük, tarih içinde onu meydana getiren unsurların toplamıdır ve o parçalardan çok daha farklı ve çok daha fazla bir şeydir. Kürtler, Çerkesler, Lazlar, Pomaklar, Oğuzlar, Çepniler, Kınıklar, Kayılar, Bayatlar, Avşarlar, Kazaklar, Kırgızlar, Tatarlar, Azeriler, Eymürler, Araplar, Arnavutlar vs gibi unsurlar, hatta bu birliğe bundan sonra da katılacak olan unsurlar Türklüğü oluşturan parçalardır. Bu oluşum, hala da devam etmektedir, kıyamete kadar da gelişerek böyle sürüp gidecektir. Türklük bir bütündür, diğer etnik kimlikler, aidiyetler ve unsurlar ise onun bir parçasıdır, uzvudur.

Tarihi tecrübelerimiz göstermiştir ki, ayırımcılık ve bölücülük gibi sakat yaklaşımlar, geçmişte hiç kimseye, hiçbir etnik gruba en ufak bir yarar sağlamamıştır. Tam tersine herkesin başına çok büyük zararlar ve felaketler, yıkımlar getirmiştir. Şimdiye kadar defalarca yaşanılıp görülmüş şeyleri, yeniden denemeye kalkanları şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da iyi ve hayırlı bir akıbet ve son beklememektir. Geçmişte olduğu gibi bugün de bizim en büyük ihtiyacımız, daha fazla birlik, beraberlik, birbirimize daha fazla kenetlenme, daha fazla dayanışmadır. Hal böyle iken bunun yerine senlik-benlik davaları gütmek, ikilik, ayrılık, gayrılık, havaları çalmak, bu uğursuz havaları çalanlara kulak vermek akıl karı değildir. Bunlar bize hiçbir zaman yıkımlardan, felaketlerden, acılardan, çilelerden başka bir şey getirmemiştir, bundan da sonra getirebilmesi mümkün değildir.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
İLGİLİ MAKALELER

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

EN POPÜLER

SON YORUMLAR