ZAVALLILAŞMIŞ KARTAL YAVRUSU
Çiftçinin biri bir gün bir dağ başında, yüksek kayalıklar arasında dolaşırken bir kartal yumurtası bulmuş. Meğer çok kısa bir süre önce o bölgede bir deprem olmuş. Kartal yumurtalarından biri de yuvadan aşağıya yuvarlanmış. Çiftçi yumurtayı alıp bakmış, yumurtanın hala sağlam ve oldukça da sıcak olduğunu görmüş. Yukarısı çok sarp olduğu; kartallardan da çekindiği için yumurtayı götürüp yuvasına koymaya cesaret edememiş. Bunun yerine bu yumurtayı alıp kendi tavuk çiftliğine götürmüş. Yumurtayı kuluçkaya yatan tavuklardan birinin altına koymuş. Tavuk da buna pek itiraz etmemiş. Diğer yumurtalar gibi kartal yumurtasını da sahiplenmiş, koruyucu kanatlarının altında almış. Günü dolup, zaman geldiğinde yumurtanın içindeki kartal yavrusu da kabuğunu kırarak dünyaya adım atmış.
Çiftlikteki herkes bu işte bir gariplik seziyormuş ama çiftçiden başka, bu işteki ve yavrudaki garipliğin sırrını ve sebebini bilemiyormuş. Kartal yavrusu, çiftlikteki onlarca tavuk ve civciv arasında büyümeye başlamış. Kendisini tavuk civcivi, ana tavuğu öz annesi, diğer civcivleri de öz kardeşi sanıyormuş. Pek başarılı olamasa da onların yaptıkları her şeyi yapmaya, onlara ayak uydurmaya çalışıyormuş. Çok iyi bir tavuk olabilmek için elinden gelen her şeyi yapıyor, sürekli diğer onları taklit ediyormuş.
Tavuklar gibi kanat çırpmaya, tavuk gıdaklamaya, eşinmeye, canı pek çekmekteyse de onların yediği yemleri, darı tanelerini ve topraktan çıkardıkları solucanları yemeye uğraşıyormuş. Hem bu işleri diğer tavuklar ve civciv kardeşleri kadar iyi beceremiyor, hem de bu yedikleri onun ağız tadına, damak zevkine hiç uymuyormuş. Tavukların beslenme alışkanlıkları ona hiç uymuyormuş. Onlar gibi pislikleri deşelemeyi iyi beceremediği için çoğu zaman aç kalıyor, iyi beslenemiyor, dolayısıyla sağlıklı gelişemiyormuş. Büyüdükçe diğer tavuklara hiç benzemediği daha belirgin hale geliyormuş. Çoğu zaman beceriksizlikleri yüzünden başka tavukların, civcivlerin ve horozların iyice maskarası haline gelmiş. Herkes ona garipseyerek bakıyor, itip kakıyor, alaya alıyor, küçümsüyor, aşağılıyormuş. Bir tek annesi ona acıyor, sahip çıkıyormuş. Ona elinden geldiğine yardımcı olmaya, onu diğer yavrularından ayırt etmeden besleyip büyütmeye, iyi bir tavuk olarak yetiştirmeye uğraşıyormuş. Ama günler geçtikçe onun iyi bir tavuk olamayacağından annesi bile ümidini kesmiş.
Kendisinin bir kartal yavrusu olduğu, tavuk olmadığı aklına bile gelmiyormuş. Kartal yavrusunun gözüne bir gün gökyüzünde uçan, koskocaman, alımlı, vakarlı kanatlarıyla özgürce süzülen birkaç kartal takılmış. Bir süre büyük bir heyecan, merak ve hayranlıkla bu olağanüstü yaratıkları seyretmiş. İçinde bir sızı duyarak, kendi kendine: ‘Allahım! Bunlar ne güzel kuşlar! Ne güzel de uçuyorlar. Ah ne olurdu ben de bunlar gibi olsam, böyle yükseklerde uçan güzel bir kuş olsaydım? Onlar gibi gökyüzünde süzülebilsem ve dağları ovaları hızla aşabilseydim!’ diyerek iç geçirmiş. En yakınındaki bir tavuğa bu kuşların adını sormuş:
- Onlara kartal derler, cevabını alınca da;
- Ben de kartal olmak istiyorum. Ben de onlar gibi uçmak istiyo-
rum! diye haykırmış.
- Bütün tavuklar, civcivler, horozlar onun bu sözlerine kahkahalarla
gülmüşler.
Annesi yavrusuyla böyle alay edilmesine çok içerlemiş. Hemen yavrusunu yanına çağırıp, böyle tehlikeli heveslere kapılmaması için onu sıkı sıkıya uyarmış. Onu bir kenara çekip şu nasihatte ve uyarıda bulunmuş:
– Bak yavrucuğum, beni çok iyi dinle! Biz tavuğuz. Senin o gökyüzünde gördüğün kuşlar ise kartaldır. Onlar çok tehlikeli, yırtıcı ve alıcı kuşlardır. Onlar uçabilirler ama biz tavuklar uçamayız. Sen daha küçücük bir tavuk civcivisin! Asla kartal olamazsın! Bunu böyle bil ve kabul et! Sakın ola ki sen de öyle uçmaya, kaçmaya heveslenme! Öyle tehlikeli işlere kalkışma! Hatta aklından bile geçirme! Sonra başına çok kötü şeyler gelir. Ben de çok üzülürüm. Sakın beni üzme! Tamam mı yavrum?
Kartal yavrusu, anne bellediği tavuğa:
- Tamam anneciğim! Özür dilerim!’ diyerek, boynunu bükmüş,
tekrar diğer tavuklarla beraber tekrar çöplükleri eşelemeye ve pislik karıştırmaya yönelmiş.
Fakat ne yaparsa yapsın, içten içe bir türlü uçma arzusunu, özlemini, hevesini de içinden atamıyormuş. Zaman zaman kendisine yakın hissettiklerine bunu ifade etmekten de kendisini alamıyormuş. Gelin görün ki kiminle konuşsa aldığı cevaplar hep birbirine benziyormuş. Aşağı yukarı herkes kendisine:
– Bırak bu olmayacak hayalleri! Vazgeç bu saçma düşlerden! Şunu hiçbir zaman aklından çıkarma ki, sen bir tavuksun ve hep tavuk olarak kalacaksın! Tavuklar kartallar gibi uçamazlar! Sen de tavuk olduğuna göre asla uçamayacaksın! Bunu böyle bil, böyle kabul et! Bu boş hayallerinle bizim kafamızı da böyle şişirip durma! Sesini kes! Haddini ve tavukluğunu bil! Sen ne yap yap, iyi bir tavuk olmaya bak!
Aslında kimseye bir şey sormadan kendi kendine kanatlarını çırpmaya, güçlendirmeye çalışsa, sonra kanatlarını açıp fazla yüksek olmayan bir yerden kendisini bıraksa belki kendi kendine uçmayı öğrenebilmesi bile mümkündü. Nitekim bir zora veya bir tehlikeye maruz kaldıklarında diğer tavukların bile küçücük kanatlarıyla fazla uzağa olmasa da uçabildiklerini de görüyordu. Fakat o, kartallar gibi uçma fikrinden dolayı çok fazla alay konusu olmuş, çok paylanmış, azarlanmıştı. Sonunda etrafındakilerden çaresizliği öğrenmiş, kartal olmadığına ve kartallar gibi göklerde özgürce kanat açıp uçamayacağına kendisini kesinkes inandırmıştı. Bunu tartışılmaz bir gerçekmiş gibi kabul etmek zorunda kalmıştı. Yaşamını bir tavuk olarak sürdürmeye ve iyi bir tavuk olmaya kesinkes karar vermişti. Bu düşüncelerini annesine de açtı. Annesi onun bu sevdadan vazgeçmesini çok sevindi. Bu akıllıca kararından dolayı da onu tebrik etti, öpüp sevdi.
Kartal yavrusu, zamanla uçma fikrini tamamen kafasından çıkardı. Gökyüzünde özgürce uçup, dolaşabileceğini bilemeden, kendi gücünü ve kabiliyetini göremeden, bütün ömrünü birkaç metreden daha yükseklere uçamayan tavuklar arasında yaşadı. Gittikçe daha fazla büyüyen, genişleyen, hantallaşan, ağırlaşan kanatları, kocaman pençeleri onun için tam anlamıyla bir utanç sebebiydi. Kanatlarını açıp, çırpmayı, bunlarla göklere yükselmeyi ve yücelmeyi, pençelerini avda kullanmayı öğrenememişti. Bunları işe yaramaz, gereksiz, ağır bir yük, Allah’ın kendisine bir cezası ve belası olarak görüyordu. Elinden gelse bunlardan bir an önce kurtulmak istiyordu. Ama bunu da bir türlü yapamıyordu. İri ve uzun kanatları bazen açılıp çırpınmak istiyordu. Ama kartal yavrusu, kendisiyle dalga geçilmesinden, hakkında kötü şeyler düşünülmesinden ve alay konusu olmaktan çekindiği için bu içgüdüsel kanat çırpma ihtiyacını ve uçma duygularını sürekli baskılıyordu. Kanatlarının uzunluğu, kocaman pençelerinin çirkinliği belli olmasın diye ortalıkta bunları gizlemek için kısıla kısıla dolaşıyordu. Bu yüzden de daha komik ve daha fazla alay konusu oluyordu.
Uçmayı öğrenemeyen, kendisine bunu öğretecek, buna cesaretlendirecek, heveslendirecek kimsesi bulunmayan, içgüdüsel uçma hevesi ve arzusu da etraftakiler tarafından öldürülen zavallı kartal yavrusu çok geçmeden uçabilme fikri ile beraber doğuştan olan uçabilme ve avlanma kabiliyetini de iyice yitirdi. Uçamayan, göklere yükselemeyen, gerçek bir kartal olamayan zavallı kartal yavrusu, iyi bir tavuk da olamamıştı. Diğer tavuklar tarafından sürekli aşağılanmak, itilip kakılmak, dövülüp sövülmek, ne tavuk, ne de kartal olamamak onu psikolojik bakımdan iyice yıpratmış, depresyona sürüklemişti. Çektiği psikolojik acılar, işkenceler, çileler onu çok yıpratmış, adeta bitirmişti. Annesinden başka dostu, seveni, acıyanı da yoktu. Fakat annesi de gün gittikçe ondan daha fazla usanır ve utanır olmuş. Gelişemeyen, güçlenemeyen, kartallara göre çok zayıf, çelimsiz kalan, diğer tavukların gözünde ise çarpık, çurpuk biçimsiz, aciz ve bakımsız bedeni, ona çok ağır gelmeye başlamış. Hayat yükünü artık taşıyamaz hale gelmiş. Bir gün, cansız ve mecalsiz bedeni, iyi bir tavuk olabilme gayretiyle deşelemeye çalıştığı bir çöplüğün kenarında olduğu yere yığılıvermiş. Kimse ona ne olduğuyla, başına ne geldiğiyle bile ilgilenmemiş! Ölümüne annesi dâhil, neredeyse hiç kimse üzülmemiş. Herkes ölümün onun için bir kurtuluş olduğunu düşünmüş.
Böyle bir olayın veya hikâyenin gerçekten yaşanıp yaşanmadığı, ne kadarının doğru, ne kadarının yanlış olduğu bilinmez. Aslında burada önemli olan bu hikâyeyle anlatılmak istenen gerçekler, verilmek istenen derslerdir. Bu da herkesin kabiliyetine göre değişir. Yalnız şu bir gerçektir ki tarih, böyle olumsuz şartlanmışlıklar yüzünden yaratıcılıkları, icatçılıkları körelmiş, kendilerine güvensizliklerinin teşebbüs kabiliyetini körelttiği, ezikliklerin, eylemsizliklerin küçülttüğü büyük adamlarla ve toplumlarla doludur.
Ayrıcı şurası da bir gerçektir ki, kartal olabilmek, gerçek hayatta da kolay bir şey değildir. Bunun için bazen kartal yuvasında doğmak, kartal yumurtasından çıkmak bile yeterli olmaz. Nitekim konunun uzmanları, kuş bilimciler bize, kartallar dünyasında bile her kartal yumurtasından çıkan yavrunun büyüyüp, yetişip, gelişerek ergin bir kartal haline gelemediğini söylüyorlar. Kartal yavrularına bile özellikle anneleri ve babaları tarafından iyi bir kartal olabilmenin, kartal gibi uçabilmenin, avlanabilmenin, yaşayabilmenin yollarının öğretilmesi, gösterilmesi, bu yönde eğitilmeleri, öğretilmeleri, heveslendirilmeleri, isteklendirilmeleri, cesaretlendirilmeleri, yetiştirilmeleri gerekmekteymiş. Sadece uzaktan bakmakla ve gözlemekle kartal olunamaz, kartal gibi uçulamazmış.
Bu eğitimin ilk basamağı, yavruya kendisinin bir kartal yavrusu olduğunun, kartal olmanın ne demek olduğunun anlatılması ve öğretilmesiymiş. Ardından da başta uçuş teknikleri olmak üzere yetişkin kartalların yapabileceği her şey öğretiliyormuş. Hatta isterlerse diğer kartallardan daha iyisini ve daha fazlasını yapabileceği kendisine anlatılıyor, buna inandırılıyormuş. Yani her kartal yavrusuna önce kartal olduğu öğretiliyor, kartal rolü benimsetiliyor, ondan sonra da sıra bu role en iyi şekilde hazırlanmaya, bu yolda cesaretlendirilmeye geliyormuş. Kartal yavrusuna neyi, nasıl yapabileceğinin tekrar tekrar gösterilmesi gerekiyormuş. En sonunda da sıra aynı şeyleri kendisinin de denemesine, iyi bir kartal olmanın gereklerini en iyi şekilde yerine getirebilmesi için çaba ve gayret göstermesine, öğrendiklerini, gözlediklerini eyleme geçirmesine geliyormuş.
Kartal ailesinde ana, baba ve yavrular için en önemli aşama yavrulara uçmayı öğretmekmiş. Yavruların uçma eğitimi, son derece ilginç ve çok yorucu bir işmiş. Yavruların bazıları uçabilecek yaşa geldikleri halde uçmaya pek istekli ve hevesli olmazlarmış. Anne ve babaları onlara uçmayı öğretmek, onları uçmaya heveslendirmek ve alıştırabilmek için çok büyük çabalar ve gayretler göstermek zorunda kalırlarmış. Uçabilecek yetişkinliğe ulaşmış yavrulara uçmayı öğretebilmek için önce baba kartal, yuvanın etrafında uzun uçuş gösterileri yaparmış. Bu arada anne de yavruların başında onların babayı dikkatle izlemelerini sağlamaya çalışırmış. Günler süren bu teorik ve pratik eğitimin ardından artık sıra aynı şeyi yavruların da yapmasına gelirmiş. Babalar ve anneler yeterli eğitimi verdiklerine inandıkları yavrularından da aynı şeyi yapmalarını isterler ve beklerlermiş. Bunca teorik anlatıma ve pratik gösterilere rağmen hala uçmak istemeyen, uçmaktan korkan ve uçmamakta direnen yavrular da olabiliyormuş. Fakat sonuçta bunlar da anaları tarafından yuvadan aşağıya atılırlar, babaları gibi uçmaya zorlanırlarmış. Yuvadan aşağıya atılan himmetsiz, gayretsiz ve uçmaya isteksiz yavrular artık uçabilirlerse uçarlar, iyi birer kartal olurlarmış. Kartal olmanın ilk şartı olan uçmayı beceremeyenler ise kartalların adını, namını, şanını kirletmeden tez zamanda başaramadıkları ve başaramayacakları hayat mücadelesinden ayıklanırlarmış.
Kendisini iyi tanıyan, iyi bilen, gerçek kimlik ve kişiliğinin, gerçek duygu ve düşüncelerinin, gerçekte kim olduğunun, ne olduğunun, nereden gelip nereye gittiğinin farkında olan insan, kendisini gerçekleştirebildiği gibi, başkalarına da daha kolay kabul ettirebilir. Yoksa dinini, yolunu, izini kaybedenler, sonra yürümesini, daha sonra da kendilerini kaybederler, kimlik ve kişiliklerini yitirirler. Müslümanlıkla alakası kalmamış Müslüman çocuklarının, sonunda doğru dürüst gâvur bile olamayıp, Arasat’ta kalmaları da böyle acınası bir durumdur. Günümüzün geçmişinden koparılmış, tarihinden utandırılmış, kimliksiz ve kişiliksiz bir hale getirilmiş Türk gençlerine gerçek anlamda Türk olabilmenin ne olduğu, nasıl bir şey olduğu öğretilmemiştir. Kendisinin gerçekte kim olduğunu ve ne olduğunu bilemeyen bir zavallıyı, her halde tavuklar arasında büyümüş kartal yavrusunu bekleyen acıklı sondan başka bir şey bekleyecek değildir.
Hayatın bir amacı, gayesi, hedefi vardır ve olmalıdır. İnsanın kendisini tanıyabilmesi, kendi gücünü ve kabiliyetlerini keşfedebilmesine bağlıdır. İnsan, kendisini, kendi hayatını, hayatındaki değişimleri, kendini gerçekleştirme iradesini ve gücünü de yine kendi denetimi altına alabilmelidir. Hiçbir insan, kendi görev ve sorumluluklarını başkalarına devredemez. Değişmesi gereken ve değiştirilemeyecek şeyler ve koşullar belirlendikten sonra insan hayatının geri kalan kısmını, kendi kararları doğrultusunda şekillendirebilmelidir. Bunun için kendisinde yeterli özgüven bulunmalıdır. Herkes, kendi hayatında kendi istediği değişiklikleri yapma gereğini kendisi hissedebilmeli ve bunun sorumluluğunu da üslenmelidir. Her türlü değişim ihtiyacına ve isteğine karşı çıkan, eski alışkanlıkları sürdürmek isteyen kör taassup ve cehaletle mücadele edilmesi ve bu anlayışların da yenilmesi gerekir. Herkes bunları en hızlı bir şekilde öğrenmek, çevrede olup bitenleri anlamak, kendine yakışanı yapmak zorundadır.
Etienne de La Boétie ‘Gönüllü Kulluk’ adlı kitabında şunları yazıyor:
“Eğer iki kuşak köleleştirilirse, bundan sonra gelen üçüncü kuşak özgürlüğü hiç tanımadığı, görüp bilmediği için efendilerine, hiç pişmanlık duymadan ve utanma duygusu hissetmeden hizmet edecek, kendisinden öncekilerin zorla yaptıkları şeyleri o seve seve yerine getirecektir.’
Bilinçsiz ailelerin ve iktidar baskısı altındaki toplumların çocukları kulluk, kölelik düzeni ve zihniyeti içerisinde büyütülür, eğitilir ve yetiştirilirler.
Siyasi iktidarlar en küçük bir eleştiriye, protesto gösterisine bile tahammül edemezler. Onlar gibi düşünmeyenler hep suçlu ve haindir. Dolayısıyla böyle baskıcı bir ortamda yetişmiş olan insanlar da siyasal iktidarı eleştirmeye yönelik herhangi bir eyleme kalkışamazlar. Çünkü onlar, her şeyden önce böyle bir eylemin gerektirdiği özgün düşünceden, özgür iradeden mahrumdurlar. Bunlar, ister istemez, kurulu düzeni sevip benimserler ve sürdürdükleri yaşamın dışında başka yaşam biçimleri olduğunun ya da olabileceğinin farkına bile varamazlar.
Oysa insanların, içinde bulundukları kötü ve yanlış durumu doğal karşılayıp benimsememeleri, hep daha iyiyi, daha güzeli amaçlamaları şarttır. Bunun için de insanlara, özellikle de yeni nesillere belli değerlerin, onur, erdem gibi insani davranış kalıplarının aşılanması gerekir. Sadece din ve imanı sağlam, bilimsel ve özgür düşünebilen, aklını yerli yerinde kullanabilen, her şeyi sorgulayabilen, gerektiğinde hesap sorabilen bireylerin oluşturduğu toplumların geleceği çok daha sağlam ve güven içinde olacaktır.
Düşmanlarımıza gönüllü kulluğun yok edilmesi, özgür bireylerin yetiştirilmesi yine bizim elimizdedir. Yani kişiler, isterlerse kartal, isterlerse tavuk olarak yetiştirilirler.
Kısacası demem odur ki; eğer kartalların soyundansanız, içinizdeki kartal olma ateşini hiç söndürmeyin! Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür olmayanların bedenleri de tutsak olmaya mahkûmdur.