KEL PAPAĞAN
Bakkalın birinin bir papağanı vardı. Yeşil renkli, güzel sesli, insan gibi söz söyleyen bir papağandı. Ötüşü de güzeldi. Dükkanda bekçilik yapar, alışveriş edenlere hoş ve lâtifeli sözler söylerdi… Müşteriler, biraz da papağanı görmüş olmak için adamın dükkânını sürekli doldurur taşırırlardı.
Bakkal, bir gün evine gitmiş, papağan da dükkânı bekliyordu. Ansızın, nereden geldiyse, dükkâna fare yakalamak için bir kedi girdi. Zavallı papağan, kediyi görünce can korkusundan sağa sola kaçmaya başladı. Bu arada gülyağı şişelerini de devirdi.
Bakkal, biraz sonra dükkâna dönünce baktı ki; dükkân allak bullak olmuş, ortalık savaş alanına dönmüş. Koku şişeleri devrilmiş, güzelim gül yağları dökülüp saçılmış, eşya ve elbiseler yağa kire bulanmış… Bakkal, bu işi papağanın yaptığını anladı. Adam, papağana kızıp, öfke ile başına vurunca, hayvanın tepesindeki o güzel tüyler döküldü. Hayvancağızın kafası kel oldu, üstelik korkudan dili de tutuldu.
Güzel sesli papağan artık konuşmuyordu. Bakkal, öfkesi geçince yaptığı işten çok pişmanlık duydu. Çünkü bu papağan onun ekmek kapısıydı. ‘Eyvah ben ne yaptım! Keşke elim kırılsaydı da o güzel sözlü papağanımın başına vurmasaydım! Nimet güneşim, bulutların ardına saklandı. Şimdi ben ne yapacağım?’ diye saçını sakalını yoluyor, papağanı yeniden konuşsun diye yoksullara sadakalar veriyordu.
Adam günler, geceler boyu üzgün, çaresiz ve şaşkın bir halde bekledi. Fakat sevgili papağanı bir türlü konuşmuyordu. Günlerden bir gün, dükkânında yine öyle dertli dertli oturup, ‘Bu kuş acaba ne zaman konuşacak?’ diye düşünürken, kapının önünden kafası leğen gibi, tas gibi cascavlak tıraş edilmiş, Cavlâkî Tarikatı’na mensup bir derviş geçmeye başladı.
Papağan onu görünce, tekrar dile gelip geldi , akıllılar gibi dervişe bağırdı: ‘Heey kel kafalı! Sen niye kel oldun? Yoksa, sen de mi benim gibi gül yağı şişelerini devirdin?’
Papağanın bu kıyasına herkes gülmeye başladı. Çünkü o, dervişi de kendisi gibi sanmıştı!
Çoğu insanlar da bu gibi benzetmelerden dolayı büyük hatalara düşerler. Hatta peygamberlerle, velileri de kendileri gibi sanarak: ‘Onların bizden ne üstünlükleri var? Onlar da insan, biz de! Biz de uyuyoruz, yiyip içiyoruz, onlar da!’ derler. Körlüklerinden dolayı, aralarındaki uçsuz bucaksız farkları göremezler.
Her iki çeşit arı da, aynı yerlerde ve aynı çiçeklere konarlar, fakat birinden zehir hasıl olur, öbüründen şifalı bal! Her iki çeşit ceylan da aynı yerlerden otlayıp, su içerler, ama birinden sadece dışkı ve idrar çıkar, diğerinden dünyanın en güzel kokularından olan halis misk! Her iki kamış da bir sulakta biterler, aynı suyu içerler, ama sonunda biri bomboş olur, öbürü şekerle dopdolu!
Böyle yüz binlerce birbirine benzer şeyler vardır ki, dikkatle incelediğinde aralarındaki büyük farkları sen de görebilirsin!
İnsanlar da böyledir. Bu yer içer, ondan sadece pislik çıkar; o yer içer, kamilen Hakk’ın nuru olur! Bu yer, ondan tamamıyla hasislik ve haset zuhur eder; o yer ondan tamamıyla Yüce Allah’ın nuru husule gelir! Bu tertemiz bir melektir, o bir şeytan ve canavar! Bu toprak pakdır, temizdir; o toprak ise pis ve çorak!
Bütün insanlar, aynı değerde, aynı kıymette değildir. Aralarında pek çok farklar, ayrılıklar vardır. Hiçbir insanın ne hayatı diğerinin hayatına, ne de ölümü diğerinin ölümüne benzer. Hatta kabirlerini bile diğerinin kabri gibi sanma! Bu dünyada da insanlar arasında farklar bulunmakla beraber, öbür dünyadaki farklar anlatılamayacak kadar çok ve çeşitlidir.
Dışarıdan bakıldığında kafirle mümin arasında hiç bir fark yokmuş gibi görünür. Ama kafirle müminin benzerliği sadece ten bakımındandır, ruh ve can bakımından değil! Bedenler ağzı kapalı testilere benzerler. Sen testiye değil, o testinin içinde ne olduğuna bak! Bu beden testisi âb-ıhayatla doludur, şu beden testisi öldürücü zehirle. Dışına bakarsan yolunu azıtır, sapıtır gidersin; içindekine bakabilir ve görebilirsen sultansın! Baş gözü sadece bu bedeni görebilir, can gözü, gönül gözü ise hünerli canı!
Acı su da, tatlı su da ilk bakışta birbirlerine benzeyebilirler ve her ikisi de gayet berrak görünebilir. Ama tatlı su ile acı suyun farkını ancak zevk sahibi, tat alma duyusu sağlıklı olanlar ayırdedebilirler.
Sağlıklı bir ayırt etme kabiliyetine ve zevk-i selîme sahip olmayanlar, sihir ile mucizeyi birbirine benzeterek, her ikisinin de hileye dayandığını sanarlar. Hazreti Musa ile savaşan sihirbazlar, inatlarından, ellerine onun asası gibi birer sopa almışlardı. Halbuki Musa’nın işiyle onların işi arasında çok büyük farklar olduğu gibi, Musa’nın asası ile onların asası arasında da pek çok farklar vardı. Sihirbazların işinin ardında Allah’ın laneti vardı, Musa’nın işinin ardında ise, Allah’ın rahmeti ve vaadine vefası vardı.
Kafirler, inatlaşmada maymun huyludurlar. Huy ise, içte, gönülde bir afettir. Maymun, sürekli insandan gördüğünü taklit eder durur. İnsan ne yaparsa, o da onu yapar. Maymun, ‘Ben de insan gibi yaptım!’ sanır. Halbuki o inatçı yaratık, aradaki farkı nereden bilecek? İnatçı kişilerin başlarına toprak saç!
Münafıklar, samimi müslümanlarla beraber aynı safta namaza dururlar. Fakat onlar bunu niyaz ve tazarru için değil, gösteriş, inat ve taklit için yaparlar. Mü’minin niyeti Allah’ın emrini yerine getirme arzusudur, münafığınki ise inat ve savaştır. Münafıklar, mü’minlerle beraber gösteriş için oruç, hac, zekat gibi ibadetleri de yerine getirebilirler ama, işin sonunda mü’minler için büyük kazançlar olduğu halde, münafıklar için ahırette mat olmak vardır. Yaptıkları ibadetler, müminleri Allah’a daha çok yaklaştırdığı, O’nun hoşnutluğunu kazanmalarına sebep olduğu halde; aynı ibadetler münafıkların Allah’tan daha da çok uzaklaşmalarına, O’nun daha çok öfkesini ve gazabını çekmelerine neden olur.
Kalp altınla halis altın, ayarda belli olur. Kalpla halisi, mihenge vurmadıkça, hangisinin gerçek, hangisinin sahte olduğunu tahmini olarak bilemezsin. Allah, kimin ruhuna mihenk koyarsa, ancak o kişi, gerçeği şüpheden tam olarak ayırt edebilir.
Binlerce lokma arasında ağza ufacık bir çöp girince, onu ancak diri kişinin hissi algılayıp, sezebilir. Diri bir kişinin ağzına bir çöp girecek olsa, o adam onu dışarı çıkarıp atmadan rahat edemez.
Dünya hissi bu cihanın merdivenidir; din hissi de yüceliklerin merdiveni. Bu hissin sağlığını doktorlardan isteyiniz, o hissin sağlığını da Allah’ın sevgili peygamberi Hazreti Muhammed’den!
Bütün insanlar aynı değerde olmadığı gibi işleri de aynı değerde değildir. Ey türlü türlü işlerle uğraşan! Sen de her işini mihenge vur da, iyi, güzel, hayırlı ve makbul işler yap! Tutup bir Mescid-i Dırar da sen yapma! O mescidi yapanları kınıyor, onlarla alay ediyorsun ama dikkat et, gözünü iyice açıp bak, sakın sen de onlardan olmayasın!
Mescidi Dırar’ı yapanlar da o mescit gibi kalp ve yaramaz kimselerdi. Güya bir sürü paralar harcadılar, masraflar ettiler, zahmetler çektiler ama, tuzağa saçılan taneler, oltaya takılan yemler, ihsan ve cömertlik sayılmaz ki! Taştan ve topraktan yapılmış mütevazı Kuba Mescidi, o şatafatlı Dırar Mescidi’nin varlığına yine de izin vermedi.