TÜRK KARABUDUN
Mustafa ATALAR
Türklüğün ve Türk milletinin oluşumunda, Türk birliğinin, bütünlüğünün sağlanmasında, gerçekleştirilmesinde, varlık ve beka mücadelesinde en büyük görevleri üstlenmiş, çok büyük roller oynamış, çok etkili olmuş, bir ortak akıl ve vicdan, bir kurucu milli irade, bir öz ve cevher vardır ki, buna ‘karabudun’, ‘sevad-ı azam’ (büyük bütün, büyük karaltı) denir.
Karabudun, Türk tarih araştırmalarında ve tarih felsefesinde üzerinde önemli durulması, incelemesi, araştırılması, anlaşılması, bilinmesi gereken birincil derecede önemli unsurlardan biridir. Hatta bazılarına göre, Türk tarihi gerçekte bu ‘karabudun’un tarihidir. Onlara göre, bu ‘karabudun’ bilinip, anlaşılmadan Türk tarihi de, Türk Milleti de doğru dürüst anlaşılamaz, algılanamaz, hiçbir şey yerli yerine oturtulamaz, olup bitenler doğru biçimde açıklanamaz, yorumlanamaz.
Sayıları bazen az, bazen çok da olsa Türk Milletinin özünü, çekirdeğini oluşturan ve devamlığını sağlayan önemli, değerli, esas unsur karabudun olmuştur. Türk atasözlerindeki ‘Varlık birlikle yaşar!’, ‘Düzen bozulursa yıkım yıkım üstüne gelir!’ ‘Lanet bozana, rahmet düzene!’ ‘Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için!’ ‘Sensiz bir eksiğiz, seninle tamız!’ gibi daha iri, daha diri, daha büyük ve güçlü olmanın önemini vurgulayan, doğruluğu ve gerekliliği tarihsel deneyler ve yaşanmışlıklarla test edilmiş özdeyişlerin kaynağı karabudundur.
Daha önceleri kurulan ittifaklar genelde en güçlü olan ve diğerlerini hükümranlığı altına alan kavim, kabile veya hanedanın adıyla anılırken Göktürklerle birlikte bu büyük birliğe yeni bir isim bulunmuş ve ‘Türk budun (bütün)’ adı verilmiştir. Kaşgarlı Mahmud, Türk kelimesinin ‘güçlü, kuvvetli, kudretli, birlik, beraberlik, olgunluk, mükemmellik’ gibi anlamlara geldiğini belirtir. ‘Türk Budun (Türk Milleti)’ bir kere var olduktan, adıyla sanıyla ortaya çıktıktan sonra hızla gelişmiş, ‘Türk Karabudunu (Büyük Türk Milleti’ halini alarak 552 yılında tarihte Türk ismini ilk defa kullanan Göktürk İmparatorluğunu kurmuştur.
Meşhur müsteşriklerden Leon Cahun Göktürk İmparatorluğunu şöyle tanımlıyor:
“Türk milleti adedi ırki bir karabetle mahdut olmayan fertlerle kabilelerden mürekkep bir camia şeklinde görünür. Bu camia herkese açık bir camiadır. Bunu teşkil eden fertlerle kabileler (Kağan=Hakan) denilen bir reisin etrafında toplanmışlardır. Bu reisin iyi veya kötü idaresine göre azalıp çoğalır. Millet halinde toplanmış böyle bir Türk sosyetesinde kabile esasına müstenit ırki taksimat devam etmekteyse de bu cihet idari taksimata tabi olmakta veyahut bu taksimattan ayırt edilemeyecek kadar sıkı bir surette birbirine bağlanmaktadır.”
Kısacası Türk ismi, belli bir etnik grubun adı olarak değil, birbirine benzeyen ve benzemeyen, çoğunluğu aynı dili konuşan ve aynı kültür çevresine mensup değişik etnik grupların oluşturduğu bir milletin, askeri, siyasi, sosyal, kültürel bir ittifakın, birliğin ve bütünlüğün adı, yani bir üst kimlik olarak ortaya çıkmıştır. Her büyük oluşum gibi bu birliğin ve üst kimliğin oluşması da hiç kolay olmamış, çok zahmetli, çileli, zor olmuş ve uzun dönemler almıştır. Bu ittifakın oluşumunu sağlayan, bu yolda çok önemli roller üstlenen ve sonuçta bunu başaran ortak akıl, kurucu irade, milli irade de ‘karabudun’ olmuştur.
‘Millet’ ve ‘milliyet’ gibi kavramların bilimsel anlamları, Avrupa bilim dünyasında oldukça yakın zamanlarda ortaya çıkmış ve kesin şeklini almıştır. Oysa Gök-Türk İmparatorluğunu oluşturan farklı unsurlar arasında asırlar öncesinde ırk, kavim, kabile şuurundan da daha güçlü bir milli şuurun ortaya çıkmış ve bunu siyasi bir birliğe de ulaştırabilmişlerdir. Bu durum, Leon Cahun, Rene Grousset, V. Barthold gibi Avrupalı müsteşrik bilim adamlarının bile çok dikkatini çekmiştir.
Türk kelimesinin, Türk milletinin ve Türk tarihinin doğru bir biçimde anlaşılıp, kavranılmasında, Türk Tarihinin en eski ve en önemli yazılı tarihi belgeleri olan Orhun Yazıtlarının çok ayrı ve özel bir yeri vardır. Orhun Yazıtlarına baktığımızda, bu büyük eserin müellifi Bilge Kağan’ın bu yazıtta en çok kullandığı sözcüğün değişik anlamlarıyla ‘budun’ kelimesi olduğunu görürüz. Yazıtlarda ‘millet’ kelimesi ‘budun (bütün)’ kelimesiyle ifade edilmekte, Türk Milleti için ‘Türk Budun’, Türk milletini oluşturan milli irade sahiplerinin oluşturdukları büyük birlik, büyük çoğunluk için ise ‘Türk Kabadun (Büyük Türk Milleti)’ tabiri kullanılmaktadır. Kitabelerde, millet, halk, kavim, ulus gibi anlamlarda da kullanılan ‘budun’ sözcüğü ‘bütün’ kelimesini çağrıştırmakta, teleffuzları farklı olsa da her ikisinin de aynı kelime oldukları anlaşılmaktadır.
Orhun Yazıtlarında Türk adı, bir hanedan, boy, soy, kavim ve kabile, hatta yalnızca bir devlet adı olarak değil, bütün bir milletin ortak adı olarak kullanılır. Türk milletinin oluşumunun Göktürk Devletinden çok öncelere dayandığı önemle vurgulanır. Bilge Kağan’ın milletine hem ‘Türk Budun! (Türk Milleti!)’ diye ortak adıyla, hem de ayrı ayrı kavim, kabile, boy, soy ve birlik adlarıyla ayrı ayrı seslenmesi, kendisinin bir boyun veya kabilenin değil, bütün Türklerin, Türk Budun’un kağanı olduğunu vurgulaması, bu gönüllü birlik ve beraberliğin önemine ısrarla değinmesi çok dikkat çekicidir. Bilge Kağan, Oğuzlardan, Türgişlerden, Kırgızlardan, Tatarlardan bahsederken, onların da kendi öz milletinden, Türk milletinden olduğuna yeri geldikçe ve açıkça işaret eder, aralarında hiçbir ayrılık ve gayrılığın bulunmadığını sık sık dile getirir.
Bilge Kağan’ın da bu karabudun vurgusu çok ilginçtir. Metinden karabudunu önemli, gerekli, büyük, üstün, güçlü yapan özelliklerinin onların sayıca kalabalık olmalarından değil, fikir, düşünce ve ideallerinin büyüklüğünden kaynaklandığını anlıyoruz. Türk Milletinin özünü ve çekirdeğini oluşturan, milli irade sahibi, her hal ve şart altında bunun mücadelesini veren ve bunu en iyi şekilde temsil eden bu grup, bu kurucu irade, sayıca az veya çok da olsa esas unsur olarak kabul edilmektedir. Devletler, sistemler, nizamlar, devirler, dönemler değişse de Türk Milletinin varlığının devamı bu karabudun sayesinde gerçekleşmiştir.
Profesör Barthold bu konuda çok ilginç bir tespitte bulunarak, milli hislerin ve milli şuurun milli egemenliği, milletin özünü ve büyük çoğunluğunu teşkil eden avam tabakada, sıradan vatandaşlarda yani karabudunda yönetici ve seçkin sınıftan çok daha yüksek olduğunu şu sözlerle dile getirir:
‘Abideler gösteriyor ki, Türk diyarında Çinliler hâkim olduğu zaman, bütün uygar ülkelerde olduğu gibi, Türk aristokrasisi, yönetici sınıf kendi imtiyazlarının muhafazası için yabancı bir milletin esaretine daha çabuk alışabilmişler, yabancılarla daha kolay ünsiyet edebilmişler, yakınlık kurabilmişler, milli adet ve töreleri, gelenek ve görenekleri bırakarak bunlara sırt çevirebilmişler, sadakatsizlik gösterebilmişler, hıyanet edebilmişlerdir. Fakat milletin halk kısmı (avam sınıfı, karabudun) yabancı esarete çabuk alışamamış, milli ananelerine sadık kalmıştır. Beylerin Çin adet ve ahlakını, gelenek ve göreneklerini kabul etmesi, halkın onlara karşı düşmanlığını artırmıştır. Han sülalesinden gelen İlteriş Kağan ve arkadaşları da bu durumdan yararlanarak halkı Çin hâkimiyetine karşı ayaklandırmayı ve Türk devletinin bağımsızlığını yeniden ihya edebilmişlerdir (Barthold, V., Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, İstanbul, 1927, s. 7).
Türk karabudun, Türk tarihi boyunca din seçimi dahil, her konuda yönetici ve seçkin kesimden çok daha etkin olabilmiştir.
Karabudunun aklından, fikrinden ve gönlünden daha büyük bir güç, daha büyük bir bütün, daha büyük bir millet ve devlet oluşturma, daha iri ve daha diri olma fikri, dünyaya daha iyi bir nizam ve düzen verme isteği, imanı, ideali ve bilinci hiç eksik olmamıştır. Bunların değerini ve önemini çok iyi kavramış, gerektiğinde bu yolda acıların, çilelerin, felaketlerin, yoksulluklar ve yoksunlukların her türlüsüne katlanmayı ve her bedeli ödemeyi de göze almaktan çekinmemiştir. Onların bizzat yaşayarak öğrendikleri ve fedakârlıkları diğer insanları da derinden etkilemiş, sonuçta herkeste bu kurucu, ortak, milli irade sahiplerinin önderliğinde aynı ortak inançlar, fikir ve düşünceler etrafında birleşme şuuru oluşmuştur. Zamanla bütün gönüller aynı sevdalarla, aynı ideallerle, aynı aşk ve şevkle alevlenmeye, yanıp tutuşmaya başlamıştır. Bu birlikte yaşama, bir ve beraber olma, aynı potada eriyerek daha büyük işler başarabilecek hale gelme arzusu, isteği, aşkı ve şevki sürekli büyüyüp güçlenmiş, tek başına, daha başına buyruk, daha hür ve daha özgür olarak var olma isteğinin de önüne geçebilmiştir. Türk karabudunu, olağanüstü sezgisi ve şuuruyla her zaman göz önünde olmuştur. Onlar hem yaşadıkları dönemde, hem de gelecekte Milletin varlığını, birliğini, dirliğini, gücünü, kuvvetini ve kudretini temsil etmişlerdir. Birlik ve beraberlik içinde aynı yolda yürümenin, milletin varlığını güvence altına alabilmek için gerektiğinde en büyük acılara, sıkıntılara, çilelere göğüs germenin, çaba ve gayretlerini, iş ve eylemlerini milletin ortak yararına ve çıkarına hasretmenin en ideal örneği ve rol modeli olmuşlardır.
Bu inaç ve anlayış Türklerin Müslüman olmasından sonra da hiç azalmamış, aksine hemen hemen aynı anlama gelen İslamdaki Sevad-ı A’zam (Büyük karaltı, Müslümanların büyük çoğunluğuyla bir ve beraber olmak) anlayışı ve kavramıyla birleşerek daha da güçlenmiştir. Hacı
Bayram-ı Veli’nin:
Sevadı azam, sevadı azam;
Belki olubtur Arşı muazzam,
Meskeni canan, meskeni canan.
Olsa acep mi şimdi bu gönlüm?
Kıtası da bu anlayışın açık bir ifadesidir.
İslami literatürde Sevad-ı A’zam (karabudun), ifrat ve tefrit arasındaki ana gövdeyi, büyük cemaati, çoğunluğu, ümmetin çoğunluğunu ifade eder. Nitekim Peygamber Efendimiz (SAV)’in de bu nitelikli topluluğa ve onlarla bir ve beraber olunması gerektiğine dair pek çok sözleri vardır. Bunlardan bazıları şunlardır: “Hiç şüphe yoktur ki, benim ümmetim delalette (sapıklıkta) ittifak etmez. Ümmetim arasında ihtilaf (anlaşmazlık) çıktığında siz büyük çoğunluğun (sevad-ı azam) içinde olun! Size ümmetimin çoğunluğuna uymayı tavsiye ederim! Sizler fitne zamanında ümmetin çoğunluğuna ve istikamet üzere olan Sevâd-ı Azama uyunuz! Cemaatte rahmet ve ayrılıkta azap vardır. Cemaatten bir karış da olsa ayrılan cahiliye ölümü ile ölür ve ateşe girer!” (Buhari, Fiten, 2; Tirmizi, Fiten, 7; Nesai, Tahrim, 6; İbn-Mâce, Fiten, 8; ).
Sevad-ı azam (karabudun) denen grup, milletin sayı çoğunluğunu değil, özünü, ruhunu, milli hislerini ve şuurunu temsil eder. Bunların sayıları azın azı bile olsa, Haktan yana ve doğru yol üzerinde oldukları için her zaman değerli ve önemli olanlar bunlardır. Karabudunda kelle sayısının, nüfus kalabalıklığının hiçbir anlamı ve önemi yoktur. Bu gibilerin önemini, değerini, gereğini Hazreti Mevlana şöyle anlatır: ‘Sayılara takılıp kalmamak gerekir. Çünkü sayılara takılıp kalmak kafa karışıklığına ve fitneye sebep olur. Mesela bazen buna bir, şunlara yüz, yüzbin, milyon diyorlar. Hâlbuki bu yanlıştır. Değerli ve üstün görülmesi gerekeni az, diğerlerini çok görmek, doğru görme ve düşünme yolunu kaybetmektir; büyük bir fitnedir. Bu dünyada elsiz, ayaksız, akılsız ve ruhsuz bir takım insanlar, tılsım ve cıva gibi kaynaşıp dururlar. Şimdi sen sayılarına bakıp bunlara altmış, yüz, bin, milyon, buna da bir diyorsun! Gerçekte ise durum hiç de öyle değildir. Belki o senin çok saydıkların gerçekte hiçtirler de bu bir sayılan bin, yüzbin, hatta yüz binlere bedeldir. Gün gelir, o yüzler, yüzbinler hiçbir işe yaramadan kaybolur giderler de o bir kişi yüzbinlece insanın yapamadığını yapar.’
Hazreti Mevlana’nın da işaret ettiği gibi karabudun, sayı kalabalığıyla değil, doğruluğu, istikameti, kalitesi, üstün erdemleri, hünerleri özellikleri ve nitelikleriyle önemli olan ve öne çıkan bir topluluktur. Hem kendilerinin, hem de bütün dünyanın düzeninin, nizamının, iyiliğinin, dünyada huzur, barış, adalet ve güvenliğin ancak birlik ve beraberlikle sağlanabileceğine inanan ve bunun için hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan Türk karabudun, dünya durdukça varlığını, birliğini, dirliğini sürdürebilmek için çağdan çağa, devirden devire, dönemden döneme kendini sürekli yenileyerek, geliştirmeye çalışmıştır. Sayıları bazen çok, bazen az da olsa bu karabudun, bu sevâd-ı azam Türk Milletinin içinde hiç eksik olmamıştır. Öte yandan Türk milletinin, var oluş mücadelesinin en başından beri her türlü iç ve dış tehdit ve tehlikelere rağmen kendi kültür, soy, sop çevrelerinden bile Türklüğü kabul etmeyenler, buna ve bunu savunanlara karşı çıkanlar da hep olmuştur. Fakat Türk Milletinin özünü ve çekirdeğini oluşturan, milli iradenin, kurucu iradenin gerçek sahibi, her hal ve şart altında savunucusu ve temsilcisi olan bu grup, bu kurucu irade, sayıca az da olsa, çok da olsa hep esas unsur olarak kabul edilmiştir. Nitekim Bilge Kağan da Orhun Yazıtlarının pek çok yerinde belli bir inanç, bilinç ve şuur düzeyine sahip bu karabuduna özellikle seslenmektedir. Yazıtlardan da kolayca anlaşılacağı üzere; karabudunu önemli, değerli, gerekli, büyük, üstün, güçlü kılan özellikler, onların sayıca kalabalık olmalarından değil, fikir, düşünce ve ideallerinin büyüklüğünden kaynaklanmaktadır.
Orhun yazıtlarını dikkatle okuyanlar, asıl kavganın Çinlilerle Türkler arasında değil, hepsi genelde aynı dil ve kültür çevresine ait Türk toplulukları, etnik grupları arasında cereyan ettiğini göreceklerdir. Tarih boyunca ‘Varlık birlikle yaşar!’ düsturundan hareket eden, büyük bir güç birliği, ittifak ve millet oluşturup bunu ilelebet yaşatma fikrinde, azim ve kararlılığında olan ‘karabudun’la, buna karşı çıkanlar, bu birliğe katılmayanlar, katılsalar bile tekrar ayrılmak isteyenler arasında sürekli bir mücadele olmuştur. Elbette her iki tarafın da kendilerine göre gerekçeleri vardı. Bazıları böyle bir ittifakı gereksiz ve kendi çıkarlarına aykırı görüyorlar, bazıları bu birliğin dışında kalmayı, ‘Türk’ adını benimsememeyi, kendi boy, soy, kavim, kabile adıyla, sanıyla daha hür, bağımsız ve kendi başına buyruk yaşamayı tercih ediyorlardı. Bir kısmı da çok daha başka nedenlerle bu ittifaka ve güç birliğine en başından beri karşı çıkıyorlar, hatta düşmanca bir tavır içine giriyorlardı. Birliğe girdikten sonra terk edip, karşı cephede yer alanlar da oluyordu. Hatta bazen herkes tarafından Türk kökenli sayıldıkları halde, Türk Milletinin, Türk Budun’un dağılması parçalanması için mücadele eden, bu yolda bazen yabancı unsurlarla bile ittifak kurarak Türklüğe karşı mücadeleye girişen, kendi özüne ve milletine karşı savaş açan kişi ve gruplar da çıkabiliyordu. Fakat Bilge Kağan’ın da açıkça ifade ettiği gibi, bunların sonu her zaman hüsran olmuş, Türk Milletini yok etmek isteyen bütün iç ve dış düşmanlar Tanrı’nın yardımıyla hep bertaraf edilmişler, yenilmekten, adlarının, sanlarının silinmesinden kurtulamamışlardır.
Türk devleti tehlikeye düştüğünde, devlet zincirinin o günkü halkasında bir yıpranma görünüp de yıpranmanın sistemi yok etme ihtimali belirdiğinde, daima bir sahiplenen çıkmış ve varlıklarının adını bir güvence olarak ortaya koymak suretiyle yıpranan halkayı kendi adına perçinleyerek devlet zincirini devam ettirmiştir.
Devletler, sistemler, nizamlar, devirler, dönemler değişse de Türk Milletinin varlığının devamı bu karabudun sayesinde gerçekleşmiş, başta töreler, kanunlar, nizamlar olmak üzere her şeyde bu karabudunun onayı aranmıştır. Türk Milletinin millet olması da, Müslüman olması da başlarındaki yöneticilerin veya dış baskıların sonucu olarak değil, bu karabudunun, sevadı azamın, milli ve kurucu iradenin tercihiyle, çaba ve gayretleriyle gerçekleşmiştir. Her konuda bu karabudunun aranıp bulunması, onların birleştirici, bütünleştirici, fikir ve düşüncelerinden, özlemlerinden, ideallerinden yararlanılması Türk Milletinin varlığının, birliğinin devamında hayati öneme sahiptir.
Karabudun, millet içinde sayıca az da olsa, çok da olsa Türk Milletinin esas çekirdeğini oluşturmuş ve devamlığını sağlamış, en önemli, en değerli, en gerekli ve en büyük esas unsuru olmuştur. Karabudunun kafasındaki ve gönlündeki daha büyük bir güç, daha büyük bir bütün, daha büyük bir millet ve devlet oluşturma, daha iri ve daha diri olma fikri, isteği ve bilinci çok yüksektir. Bu yüksek bilinç bunların yoksunluğundan kaynaklanan acıların, çilelerin ve felaketlerin büyüklüğünden kaynaklanmıştır.