Ana SayfaManşetTÜRKÇÜLÜK ADI ALTINDA TÜRKLÜĞE İHANET

TÜRKÇÜLÜK ADI ALTINDA TÜRKLÜĞE İHANET

TÜRKÇÜLÜK ADI ALTINDA TÜRKLÜĞE İHANET

Mustafa ATALAR

Ali Yakup Hoca, Türk Milleti’ne ve Türklüğe en büyük ihanetin ve zararların daha çok dışarıdan, yabancılardan, başka unsurlardan değil, tam tersine içerden geldiğini savunurdu. Türk’ün Türk’e ve Türklüğe ettiği kötülükleri, verdiği zararları, yabancıların etmediğine ve edemeyeceğine, Türk’ün Türk’ten çektiğini kimseden çekmediğine, Türk tarihinin bunun sayısız acı örnekleri ve olaylarıyla dolu olduğuna dikkat çekerdi.

Gerçekten de tarihte Türkler kadar çok devlet kurmuş ama Türkler kadar da kendi kurdukları devletleri yine kendileri yıkmış başka bir millet bulunamaz. Şimdiye kadar kurulmuş olan Türk devletlerinin büyük çoğunluğu yine Türkler tarafından veya onların dış düşmanlara verdikleri yardım ve desteklerle yıkılmıştır. Türklerin kendi aralarındaki, birbirlerine karşı giriştikleri iç savaşlar, kanlı mücadeleler, büyük kırımlar gerçekten de içler acısıdır. Ayrıca başka Türklere, Türk devletlerine ve toplumlarına karşı hem de ortak can düşmanlarımız olan yabancılarla ittifaklar kurmak, birbirimiz aleyhine bunlarla işbirliği içine girerek birbirimize telafisi imkânsız zararlar vermek tarihimizde çok görülmüştür. Tabii diğer Türklere zarar vermek isterken bu arada en büyük zararı yine kendimiz gördüğümüz, en ağır bedelleri kendimiz ödediğimiz, maalesef Türk tarihinde çok sık yaşanan, aslında Türk Milletine de Türklüğe de hiç yakışmayan ferasetsizlik, basiretsizliklik ve hainlik örneklerindendir. Örneğin Deşt-i Kıpçak (Kıpçak düzlüğü) diye anılan Karadenizin kuzeyindeki geniş düzlükler binlerce yıllık bir Türk yurduydu. Burada sayısız Türk devletleri, imparatorlukları, beylikleri kurulmuştu. O zamanlar çok daha kuzeyde, ormanlar arasında küçük knezlikler, beylikler halinde yaşayan ve vahşi bir hayat süren Rusların adı, sanı bile yoktu. Fakat Türkler arasında asırlar boyunca sürüp giden karşılıklı rekabetler, kıskançlıklar, çekememezlikler sayısız kanlı savaşlara yol açtı; sürekli birbirlerini yiyip bitirdiler. Bu mücadeleleri uzaktan izleyen ve zaman içinde derlenip toparlanmaya başlayan Ruslarla da birbirleri aleyhine ittifaklar kurulmaya, birbirlerine daha büyük zararlar vermeye başladılar. Sonuçta ne oldu? Kaç bin yıllık, uçsuz bucaksız bu koskoca Türk yurdunun, Türklerin elinden çıkıp Ruslaşmasına ve Slavlaşmasına böylece zemin hazırlandı.

Ali Yakub Hoca, Batılı emperyalist oryantalistlerin güdümünde Osmanlı Devleti içine sokulan milliyetçilik cereyanları arasında güya Türk Milletine ve Türklüğe hizmet iddiasıyla ortaya atılan Türkçülük idelojisinin, iddia ve davasının da Türklüğe ve Türk Milletine yapılmış en büyük ihanetlerlerden ve kötülüklerden biri olduğuna inanırdı. Bunun Türklüğün kendi öz yapısını, anlamını, ruhunu, karakterini bozan, Türklüğü gerçek Türklük olmaktan çıkaran, etnik milliyetçiliğe indirgeyen, bölücülüğe, yıkıcılığa zemin hazırlayan yönlerine dikkat çekerdi.

Ali Yakub Hoca’ya göre Türklük, öyle anadan babadan bedava miras yoluyla edinilebilen, soyla, sopla kan bağıyla geçen basit bir etnik kimlik meselesi değildi. Ona göre, Türklük ve Müslümanlık birbirinin ayrılmaz parçası, eş anlamlısı, etle tırnak, bedenle ruh, kan ve can gibi birbirinin vazgeçilmezidir. Özellikle Balkan Müslümanlarının gözünde her ikisi de aynı şeydir. Çünkü biri gitti mi, öbürü de kalmaz, kalamaz. Bu tarihen de defalarca test edilmiş ve onaylanmış genel geçer bir kural haline gelmiştir. Türklüğün ve Müslümanlığın birbirinden ayrılmasını, hele bunun bir de Türkçülük adı altında, Türklüğe ve Türk Milletine hizmet görüntüsü altında yapılmasını, bu millete bilerek veya bilmeyerek yapılmış ve yapılabilecek kötülüklerin ve ihanetlerin en büyüğü olarak görürdü. Oluşumunu İslamiyet’le tamamlamış, kıvamını, kimlik ve kişiliğini İslamiyet’le bulmuş olan Türklüğün, Müslümanlıktan ayrı olarak var olamayacağını, yaşayamayacağını söylerdi. Türklük, tarihi seyrini ve oluşumunu İslam ile tamamlamış, bu millet, bu din ile bu ikrar ile var olmuş, bununla olgunlaşıp, bununla kemal bulmuştur. Bununla sevmiş, bununla sevilmiş, bununla sevinmiş, bununla dirilmiş, bununla derlenmiş, bununla toparlanmış, sonuçta İslam, Türkler için ve Türkler arasında kandan da, ırktan da, soydan da nesepten de daha güçlü bir bağ ve aidiyet haline gelmiştir. Bu yüzden bu ikisini birbirinden ayırmaya çalışmak, bu millete yapılabilecek suikastlerin ve ihanetlerin en büyüğüdür.

Hoca, Türk Milletine, Türklüğe ve Müslümanlığa dışarıdan gelebilecek tehdit ve tehlikelerin üstesinden gelebilmenin nispeten daha kolay olduğuna, fakat Batı işbirlikçisi, uşak ruhlu hainlerin güdümünde yürütülen yıkımlar ve saldırılarda olduğu gibi, içeriden gelebilcek tehdit ve tehlikelere karşı daha fazla dikkatli olunması gerektiğine dikkat çekerdi. Ayrıca Türk Milletini oluşturan etnik gruplardan birinin ırkçılık ve kavmiyetçilik hastalığına yakalanmasının, ana bünyenin içinden ve ana bünye adına yapılacak her türlü ırkçılık ve kavmiyetçilik hareketi gibi ihanetlerin de millet bütünlüğüne her türlü dış tehditlerden çok daha büyük zararlar verebileceğine, çok daha tehlikeli sonuçlar doğurabileceğine dikkat çekerdi. Bu tür girişimlerden elbette herkesin çok büyük zararlar görebileceğini ancak sonuçta en büyük zararların bunu başlatanlara ve yapanlara döneceğini ifade ederdi. Yakın tarihimizde yaşanan sayısız acı olayların, felaketlerin, Türklerin ve Müslümanların ödedikleri bütün ağır bedellerin bunların canlı şahitleri olduğunu söylerdi.

Ali Yakub Hoca, Türklüğü, sonsuz, sınırsız bir deniz, bir güneş, bir okyanus gibi kuşatıcı, kapsayıcı, kucaklayıcı, var edici, diriltici bir birlik olarak görür; asla eritici, yok edici, imha edici bir yapı olmadığını söylerdi. Bunu bölücü, parçalayıcı, yok edici etnik milliyetçiliğe, ırkçılığa, kafatasçılığa indirgeyen etnik milliyetçi bir anlayışın gerçek Türklüğe hizmet değil, ihanet olduğunu ifade ederdi. Amentüsü Moiz Kohen Tekin Alp gibi hiç de tekin ve alp olmayan, tekinsiz ve korkak Yahudiler tarafından yazılmış Türkçülüğü, Türklüğe, Türk Milletine ve İslamiyet’e, hatta insanlığa karşı işlenmiş ve işlenebilecek en büyük suçlardan, yapılmış ve yapılabilecek en büyük kötülüklerden, cinayetlerden ve ihanetlerden sayardı. Bu yolla hem Türklüğe, hem Müslümanlığa, hem de insanlığa çok büyük zararlar verildiği üzerinde önemle durur, başımıza gelen bela ve musibetlerin çoğunun da bu tür anlayışlar yüzünden geldiğini vurgulardı. O, Türkçülük ve Arnavutçuluk dâhil ırkçı, etnik milliyetçi fikir ve düşüncelerin, ideolojilerin, hareketlerin hepsine karşıydı.

Türklüğün gerçek manasından ve ruhundan habersiz olarak, orada burada hindi gibi kabara kabara dolaşan, güya Türkçülük ve ırkçılık yaptığını sananların, bunun bedelini hem Allah, hem tarih, hem de insanlık önünde her zaman ödediklerini ve ödeyeceklerini söylerdi. Bu bedeli, bir zamanlar bütün dünyanın en saygın, en üstün, en güzel anlamları (birlik, beraberlik, bütünlük, olgunluk, mükemmellik, liderlik, önderlik, muhteşem, icatçılık, güzellik vs gibi) olan Türk kelimesinin anlamını ‘Turkey’e (=hindi’ye) kadar düşürmekle Türk Milletine de fazlasıyla ödettiklerine, bu büyük milleti Allah’ın, Peygamberin, Müslümanların, hatta insanların ve insanlığın gözünden düşürecek yanlış ve kötü işler yaptıklarına dikkat çekerdi. Bu tür sapık ideolojilerden kurtulup, yeniden bir ve beraber olmadıkça bizim de bütün dünyanın da kurtuluşunun mümkün olamayacağını, bu şekilde devam edersek Allah korusun ileride bizi daha büyük belaların ve felaketlerin beklediğinden de korkmamız gerektiğini söylerdi.

Tarih anlayışında mutabakat sağlayamamış, sağlıklı bir tarih bilinci geliştirememiş, ortak, iyi, güzel, doğru, amaçları, hedefleri, idealleri olmayan toplumların, milletlerin, aydınların hiçbir zaman, hiçbir konuda anlaşabilmelerinin, bunlara bir dinamizm ve canlılık aşılanabilmesinin çok zor hatta imkânsız olduğunu, bizim bugünkü halimizin bunun en ibret verici, en acı ve açık örneği olduğunu vurgulardı. Bunun için de başkalarını değil kendimizi suçlamamız gerektiğini, tarihe dönüp bakarsak Türk’ün Türk’e ve Türklüğe yaptıklarını başka hiç kimsenin yapamadığını ve yapamayacağını göreceğimizi ifade ederdi.

Hoca’nın anlayışına göre, Türk Milletinin tarihi bir kader çizgisi vardır. Türk Milleti, ‘i’lâ-yı kelimetullah’ davası ve ideali etrafında sağlam bir binanın duvarları gibi birleşmiş ve kenetlenmiş bir millettir. Bu dava ve ideal bizim Milletimize, yani Türk Milletine Allah tarafından ihsan edilmiş, çok büyük bir nimet ve lütuftur. Bu Millet hangi nimetlere, üstünlüklere ve şereflere erdiyse bu ideal ve dava sayesinde ermiştir. Allah binlerce yıl boyunca bu milleti buna göre hazırlamış ve şekillendirmiştir. Bu büyük nimetin, şerefin, lütfun bu millete Allah tarafından bahşedildiğine dair Kur’an’da ve hadis-i şeriflerde pek çok işaretler olmasına rağmen, bizden geri alındığına, kaldırıldığına veya kaldırılacağına dair açık ve net bir işaret bulunmamaktadır.

Bizim medeniyetimiz, çok büyük ihanetler görmüş, dondurulmuş, durdurulmuş bir medeniyet olsa da, asla ölmüş, bitmiş, yok olup gitmiş bir medeniyet değildir. Türk İslam medeniyetine kimse ölmüş, bitmiş bir medeniyet diyemez. En azından o medeniyetten bize, bugünlere kalan miras ve güzel hatıralar, asla ölü değildir. Süleymaniye, Selimiye gibi o mirasın somut örnekleri ölü olmadığı gibi, Allah yolunda dökülmüş kanlar, akıtılmış terler, feda edilmiş canlar asla ölemez, bunlara ölmüş denemez. Bu milletin kendisini Allah’a, O’nun dinine ve davasına tasadduk etmiş nice ölümsüz şehitleri vardır. Sadaka sadece malla ve maldan verilmez, canla ve candan da verilir. Bizim ecdadımız gerektiğinde, Allah, din, iman, vatan, millet savunması yolunda savaşıp, aziz canlarını, tenlerini bu yolda seve seve feda etmekten, kanlarını akıtmaktan asla geri durmamışlardır. Allah, Kitabında bunlara ölü demeyin (Bakara Suresi, Ayet: 154), buyuruyor. Bu yüzden de bu topraklar asla sahipsiz değildir, Allah’ın lütfu ve keremiyle sahipsiz kalmayacaktır.

İLGİLİ MAKALELER

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

EN POPÜLER

SON YORUMLAR