Ana SayfaGüncelBAĞIMLILIKLAR VE SAÇMALIKLAR ÇAĞI

BAĞIMLILIKLAR VE SAÇMALIKLAR ÇAĞI

BAĞIMLILIKLAR VE SAÇMALIKLAR ÇAĞI

Uyuşturucular tarihi üzerine uzman olan Amerikalı ünlü yazar ve bilim adamı David T. Courtwright, içinde yaşadığımız çağı, bir bağımlılıklar çağı, İrlandalı yazar Michael Foley ise bir saçmalıklar çağı olarak tanımlıyor (David T. Courtwright, Bağımlılıklar Çağı, Çev. F. Cem Arı, 2021, İstanbul, al-Baraka Yayınları; Michael Foley, Saçmalıklar Çağı, Çev. Algan Sezgintüredi, 2019, İstanbul, Domingo Yayınları).

Bireylerin ve toplumların birileri tarafından güdülenmesi, hileli şekilde yanlış istikametlere yönlendirilmesi, aldatılıp, kandırılması, sayılamayacak kadar çok kötü alışkanlıklara bağlı ve bağımlı kılınması, yalnızca bizim değil, istisnasız bütün yeryüzü toplumlarının baş belası haline gelmiştir.
Bağımlılık, “…zorlayıcı, şartlı, nüksetme eğilimli ve zararlı davranış modeli” olarak tanımlanır. Bağımlılık, kişinin müptela olduğu şey tarafından benliğinin bazen yavaş yavaş, bazen de çok daha hızlı bir şekilde ele geçirilmesidir. Profesör Courtwright, günümüzün yeni hazlar, kötü alışkanlıklar ve bağımlılıklar üzerinden faaliyet gösteren, kazanç sağlayan, insanları sömüren kapitalizm türüne, beynin düşünmeksizin duygularla hızlı tepki veren limbik sistemine atıfla ‘limbik kapitalizm’ demektedir.

Limbik kapitalizmin çarkı, hazlar, kötü alışkanlıklar ve bağımlılıklar ile döner. Zararlı şeylere direnen beynin uysallaştırılması anlamına gelen bağımlılık kavramı bugün internet, video oyunları, şeker, alışveriş, karbonhidrat, kola, internet pornografisi, çevrim içi kumar ve benzeri pek çok şeyi kapsamaktadır.

Günümüzde bağımlılık yaratan ürünlerin ve zevklerin tasarlanması, üretilmesi ve pazarlanması milyar dolarlara hükmeden dev bir sektör haline gelmiştir. Sürekli büyüyen bu dev haz ve zevk çarkı hızla kana yayılan zehir misali bütün insanlığı kuşatmaktadır. Bu çarkın hiç durmaması, hep daha hızlı dönebilmesi için, pazarın 7/24 ritmiyle iletişim hâlinde sürekli tüketecek uykusuz, uykuya dirençli, tüketim bağımlısı, tutkulu insan tipleri oluşturulması elzemdir. Kapitalist zekâ, vücudun uykuya olan ihtiyacını azaltarak onu mümkün mertebe uyur-uyanık bir modda tutmakta, onu bir hazdan diğerine uçurmak için gecesini gündüzüne katmaktadır. Uykuyu tamamen yok etmek mümkün olmasa da onu talan edip parçalamaktadır (J. Crary, 7/24 Geç Kapitalizm ve Uykuların Sonu, Çev. Nedim Çatlı, 2015, İstanbul: Metis Yay., s. 15, 27.)

İnsanların reklam yoluyla tüketime yönlendirilebilmeleri için, kendilerini acze düşürecek ve itaate mecbur edecek bir uyku yoksunluğuna maruz bırakılmalarına ve onlara dayatılan şeyleri tüketmeye kendilerini mecbur hisseder hale getirilmelerine çalışılır.

Türlü manipülasyonlarla gençlerin ve çocukların en soylu melekeleri, her türlü becerileri ve yetenekleri korkunç bir tüketim çılgınlığının kucağında uyku moduna alınmıştır. Sahip oldukları değerleri ve inançları, besledikleri ümit ve hayaller köreltilerek algıda ve eylemde pasif bir miskinliğe itilmektedirler.

Dünya gençlerinin ve çocuklarının büyük çoğunluğu fakirlik, eşitsizlik, ayrımcılık, hastalık, çocuk istismarı, eğitimde fırsat eşitsizliği, aile yuvasından mahrumiyet gibi sorunlarla boğuşmaktadır. İklim değişiklikleri, gittikçe derinleşen eşitsizlikler, küresel göçler geçmişe göre kat kat fazla çoğalmıştır. Teknoloji, bir yandan dünyayı algılama biçimimizi değiştirirken, diğer yandan da çocukluk algısını ve çocuklara yaklaşım tarzlarını da etkilemekte ve dönüştürmektedir. UNICEF Direktörü Henrietta H. Fore bugünün ve yarının çocuklarına hitaben yazdığı mektupta, onların geleceği adına çok üzüldüğünü söylemekte ve şimdiden tedbir alınması için herkesi uyarmaktadır.

Son dönemin en büyük ve en önemli icadı olan internet çok elzem ve yararlı bir şeydir. Fakat günümüzde internet bağımlılığı her bağımlılıktan daha zararlı ve tehlikeli bir hale gelmiştir. Bugün her üç çocuktan biri düzenli internet kullanıcısı ve bağımlısı haline gelmiştir. Çocukların ve gençlerin sosyal medyada oluşturdukları profiller, buz dağının yalnızca görünen kısmı hakkında bir fikir verebilmektedir.

İnternette gezinirken, attıkları her adımda arkalarında bıraktıkları binlerce veri kırıntısı, dijital ayak izleri, yaptıkları paylaşımlar, ilgi ve merakları, sempati ve antipatileri, sevdikleri ve sevmedikleri her şey internette birileri tarafında tek tek kaydedilmekte ve belirlenmektedir. Bu ayak izlerini sinsice takip eden kapitalist pazarlamacıların gözünde, her bir çocuk, ya da genç artık yalnızca bir müşteri değil, aynı zamanda ürünün de ta kendisi olmaktadır (www.unicef.org/child-rights-convention/open-letter-to-worlds-children).

ZENGİN ÜRÜN KAFETERYASI


İçinde yaşadığımız, dijital çağın her türlü arzu, haz ve talebi karşılayan sayısız ayartıcı ve cazip ürünle donatılmış 7/24 açık bir kafeteryası vardır. Burada sunulan bütün ürünler geçici, bozulabilir, değiştirilebilir türdendir. Ama hepsi de çok acil bir ihtiyaçmış gibi sunulurlar. Bu ürünleri sizin sahiplenmenize de izin verilmez, çünkü çabucak ve çok kısa zamanda eskiyecek, ‘çöp’ olacaktır. Ürünü alım tarihi önemsizdir. Çünkü her ürün daha aldığı anda tarihi geçmiş olmakta, bellekten silinmektedir. Zaten yenisi hemen hazırdır ve vitrininin parlak ışıkları altından müthiş cazibesiyle tüketicilere göz kırpmaktadır. Yeni bir ürün, ‘son sistem’ özellikleriyle eldekini ıskartaya çıkarmıştır. Onunla hemen yenilenilmesi gerektiği, aksi takdirde eski ürünle birlikte sizin de ‘demode’ olacağınız, kıyıya, köşeye fırlatılmanız için bunun yeterli bir sebep olacağı algısı oluşturulur.

Ürünün elde edilişi ile ıskartaya çıkarılması arasındaki süre, sanıldığından çok daha kısadır. Yeni ürün, sizin hem yeniliklere açık ve akışkan tabiatınızı, hem de erişim ve harcama gücünüzü yansıtır. Teknolojinin temposuna ayak uydurma hızınızı, tercihlerinizdeki özgürlük derecenizi de gösterir. İsraf ve tüketim çağının şanına yaraşır bir biçimde bu vitrin ve ürünler sürekli yenilenir. Gündüz satışa konan, geceleyin çoktan kaybolmuş olabilir.


BU KAFETERYANIN ARKA YÜZÜ


7/24 açık olan bu kafeteryanın karanlık yüzünde gencin zihnini sürekli meşgul eden, hayatını şekillendiren, karartan, altüst eden ve denetim altına alan, onu ahlaken kirleten şeytani bir tabiat ve düzen gizlidir. Bağımlılıklar yaratılarak genç istenildiği gibi kullanılır ve yönlendirilir. Genç, kendisine sunulan şaşaalı görsel içerikle 7/24 kendine bağlanır ve tahakküm altına alınır. Yoğunlaşma sürelerini zaaf duyulan ürünler belirler, gencin önüne serilen bu dünyada erimesi ve yok olması istenir. Sürekli daha fazla bombardımana tutulur. Bağlantı kurulan, çengel atılan, bağımlı kılınan, denetim ve tahakküm altına alınan çocuk ya da genç, kısa zamanda uysallaştırılır, esaret altına alınır. Bedeninden ve asli ihtiyaçlarından sıyrılan, cisimsizleşen, ruhu silikleşen, duyu algıları araçsallaşan gencin beyni emir ve yönlendirmelere açık hale getirilir. Çoktan teslim bayrağını çekmiştir.

Gencin hayatını sahte ve suni ihtiyaçlar etrafında her gün yeni baştan kuran ve şekillendiren bu kafeteryanın bir de görünmeyen gömülü bir ideolojisi vardır. O da varoluşunun derinlerine sızıp inerek, gencin ruhunu ve benliğini ele geçirmektir. Kafeterya vitrininde teşhir edilen ürün yelpazesi yalnızca teknoloji ve yeme içme gibi ürünlerden ibaret değildir. Akımlar, eğilimler, fikirler, ideolojiler de bu vitrindedir. Kapitalizm sadece arzu, istek ve duyguları tahrik etmek, onlara hitap etmekle yetinmez. Aynı zamanda konformizme yaslanan bir kitle kültürünü yaygınlaştırmayı da amaçlar. Uyku moduna aldığı dijital kuşağın inanç dünyasını tarumar etmek için ruhu, gönülleri okşayan mesajlar, sloganlar yollar. Burada etkili strateji ve yöntemler kullanmak önemlidir. Çocuk ya da genç; hayatları bir alacakaranlık kuşağına hapseden, her şeyi bir anda yalayıp yutan, önüne geleni ıskartaya çıkarıp çöplüğe atan paralı bir kudretin bu görkemli kafeteryasında başka bir âleme çoktan ışınlanmıştır.

Kapitalizmin günümüzde en çok işe yarayan taktiklerinden biri de herkesi ya milyoner ya da meşhur olabileceğine inandırmasıdır. Kuzey İrlandalı yazar Michael Foley bunu şöyle eleştirir: “Oysa zirvede sadece birkaç kişiye yer vardır ve zirvede yer alabilecek beceriye de çok az kişi sahiptir. Kapitalizmin en büyük güçlerinden biri, herkesi mülk sahibi, girişimci ve hissedar olmaya teşvik ederek projesine dâhil etmektir (M. Foley, Saçmalıklar Çağı, Çev. Algan Sezgintüredi, 2019, İstanbul: Domingo Yay., s. 7, 38).


Şiddet ritminin giderek artırıldığı tacizlerle gencin, ona şah damarından daha yakın olan Rabbine imanı ve sadakati sarsılır. Çünkü bu şeytani düzeni kuranlar, ilk iş olarak insanların Yüce Yaratıcıya inanma, O’na bağlanma, O’nda teselli bulma, O’ndan imdat isteme duygularını sıfırlamayı elzem görürler. Bunun ardından da Müslüman gencin içindeki peygamber sevgisini ve bağlılığını gevşetmeye çalışırlar.

Kapitalist sistem, pek bencil ve kıskançtır. Kendi yarattığı bağımlılıklara rakip bağlılıklara ve bağımlılıklara, sevgilere asla tahammül edemez. Allah ve peygamber inancı söküldükten sonra, Kur’an-ı Kerim, ibadet, dua, ahiret gibi din namına ne varsa tamamının ıskartaya çıkarılması kolaylaşır. Amaç, dört bir yandan kuşatılmış gencin, her an, her türlü tehlikenin kol gezdiği insanlık dışı bir dünyanın dehlizlerinde boğulmasıdır. Bu amaçla onun, genç bir mümin olma ve öyle kalma ideali ve özlemi günbegün zayıflatılır. Gencin belleğindeki inanan bir mümin olma hâli ile inançsız bir birey olma hâlini birbirinden ayıran tüm sınırlar ve çizgiler giderek eritilir ve yok edilir.

Kendi dünyasına gömülmüş gencin, mümince yaşama anlayışının, bütün inanç ve ideallerinin tükenişiyle yüzleşmesine bile izin vermez. Sonuçta imanın nurundan uzaklaşma, dünyeviliğin sahte parlaklığı ile kuşatılma, genç adına trajik bir kopuştur. Müslüman genç, Rahman ve Rahim olan Allah’ın hamiliğinden koparılmış, tüketim putlarının rutin ve mekanik döngüsüne teslim edilmiştir. Bu kafeteryanın ışıklı vitrinine dizilen sayısız ürün, talan edilip yağmalanmış mazlum coğrafyalarda kaybolan hayatların, sönen ümitlerin, sömürülen emeklerin çıktısıdır. Fakat gençler, bu üstü örtülü ve perdeli gerçekleri anlayabilecek ve algılayabilecek durumda değildir. Gençler, kendilerini dinin kölesi olmaktan kurtaracağını vaadeden küresel propaganda tarafından gerçek dünyadan tecrit edilmiş ve yabancılaşmanın uyku moduna alınmıştır. Bunlar da çoktan doğal ve endüstriyel kaynakların bol olduğu coğrafyalarda kurallaştırılan, zulüm, haksızlık ve adaletsizliklere karşı, ‘üç maymun’u (duymadım, görmedim, bilmiyorum) oynayan yığınların arasına katılmıştır.

Sonuç olarak, dünyamızın nereye gittiğini merak etmek yetmez. Hayatları teknolojinin nesnesine dönüştüren limbik kapitalist bir dünyada ve onun 7/24 amansız temposunda varlığımızı, birliğimizi, kimlik ve kişiliğimizi, toplumsal gerçekliğimizi koruma zorunluluğumuz kaçınılmaz bir ihtiyaçtır. Gerçek ve salim akıl olmaktan çıkarılmış çarpık ve çılgın bir aklın yanlışa ve felakete götüren rehberliğine mahkûmiyetten bizi kurtaracak vahiy ve vicdan gibi uyarıcılara her zamankinden daha fazla muhtacız. Bizim bize kalemle yazmayı öğreten, aklın idrak sınırları içinde eşya ve hadiselerle münasebetimizi fıtri temellere oturtan, bu yolda bizi türlü yeteneklerle donatan, kaderimizi tayinde bize özgürlük ve sorumluluk bahşeden bir Rabbimiz vardır. Her zaman olduğu gibi bu gün de, öncekilerden çok daha tehlikeli, Allah inancını kalplerimizden ve zihinlerimizden söküp atmak isteyen zorba bir güçle ve kuvvetle karşı karşıyayız. Buna karşı direnmek, mücadele etmek ve kazanmak zorundayız. Bir Müslüman olarak, gasp, zulüm, haksızlık ve adaletsizliklere başkaldıran bütün vicdanları susturmaya çalışan; hafızaları, bellekleri sıfırlayıp kendi lüzumsuz malumatıyla doldurmayı hedefleyen küresel güçlere karşı tüm varlığımızla itiraz etmek ve karşı koymak zorundayız. Gençlerimizi 7/24 bir iletişim ve tüketim ağına hapsederek önlerine sayısız ama kısa ömürlü, sanal bir görsel-işitsel içerik sofrası kuran bu güç, kendisine küresel çapta bir itaatkâr köleler ordusu kurmak istemektedir. 7/24 dönen bu küresel tüketim ve sömürü çarkını bu orduyla çevirilmektedir. Jonathan Creary’nin de belirttiği gibi bu ordunun, her türlü sapma ve pürüzden arınmış, itaatkar ve ‘evcil’ bireylerden oluşması istenmektedir.

Bir bilgisayar kavramıyla gençlerimizi ve insanlarımızı uyarmak gerekirse şu söylenebilir: ‘Uyku moduna alınmışlar ordusu, artık uyanın!’

İnternet, İnter (arasında) ve net (ağ) kelimelerinin birleşiminden oluşur. Kısaca internet, çok protokollü bir ağ olup birbirine bağlı bilgisayar ağlarının tümü olarak da tanımlanabilir. Aslında ne kadar güçlü ve bağımlılık yapıcı olarak görünürse görünsün, internet ağları asla güçlü bir imana sahip, sağlam, sağlıklı ve gerçek bir Müslümanı kendisine bağlayıp, esir edemez. Allah şöyle buyurur:

“Allah’tan başkalarını dost edinenlerin durumu, kendine bir ev edinen örümceğin durumu gibidir. Evlerin en dayanıksızı ise şüphesiz örümcek evidir. Keşke bilselerdi! (Ankebût Suresi, Ayet: 41).”

Tüm kafamıza, gönlümüze, ruhumuza O’nun istediği gibi format atmadan, ALLAH bize kendi dinini, yolunu, hidayetini ikram etmeyecek, İslâm’ın izzeti yolunda bizi istihdam etmeyecektir. Önce her şeyimizle O’na teslim ve bu göreve layık olmamız şarttır. Kitap ve sünnete dayanmayan, bunları esas almayan ifadelerle Müslümanlık iddia edenlerin, bu iddialarının altı boştur. Müslümanların kendilerini, yapıp ettiklerini Kitaba ve sünnete göre yeniden çek etmeleri gerekir. Kendilerini bu ölçülere vurmak, eksiklerini tamamlamak, bu ölçülere aykırı fazlalarını kesip atmak, yanlışlarını düzeltmek zorundadırlar. Bir sürü eksiğine ve gediğine, uygunsuz ve yaramaz hallerine rağmen, uluorta, ileri geri büyük laflar etmek hem yanlış hem de çok tuhaf olmaktadır. Şeytan insana bazen batılı hak diye yutturur da, insan hakka hizmet ettiğini zannedip batıla, İslam’a hizmet ettiğini sanıp hiç farkında olamadan batıla ve küfre hizmet ediyor olabilir. Neûzu billah! Bu yüzden Allah’tan daima, O’nun hidayetini, bizi en salih ve en doğru hal ile hallendirmesini niyaz etmeliyiz. Allah muhafaza, melek görünümlü şeytanlara kapılabilmek, şeytanın damarlarımızda kan gibi akıp dolaşması, genlerimize bile işlemesi mümkündür.

Hz. Hüseyin Kerbelâ’da bir konuşma yapar, kendisini ve davasını anlatır. Konuşmasının sonunda oğlu Ali Ekber ona şöyle bir soru sorar:

  • Babacığım! Sizin sözleriniz bu kitleye neden etki etmiyor?

Hz. Hüseyin oğluna şu ibretlik cevabı verir:

  • Etmez evladım! Çünkü onların karınları Yezid’in verdiği haram

lokmalarla doludur, onun için etmez!


Bir mümin için güzel, en değerli ve en lezzetli üç şey vardır. Bunlar: Tilâvetü’l-Kur’ân (Kur’an okumak), musahabetü’l-ihvân (dostlarıyla sohbet etmek), mülâkâtü’r-Rahmân (Rabbiyle buluşması)’dır.

BAŞKA BAĞIMLILIKLARIMIZ!

İnsanların çok çeşitli bağımlılıkları olabilir. İnternet bağımlığından tutun da esrar, eroin, alkol ve madde bağımlılıklarına kadar, bağımlılıkları sayıp bitirebilmek bile mümkün değildir. Bu bağımlılıklardan önemli bir bölümü, AMATEM (Alkol ve Madde Tedavi Merkezi) gibi merkezlerde tedavi edilmeye çalışılmaktadır. Ancak mal, mülk, servet, makam, mevki, koltuk, lüks, gösteriş, haz, kumar, kadın gibi bazı başka dünyevi bağlılıklar ve bağımlılıklar da vardır ki, bunları bu tedavi merkezlerinde ve bildik yöntemlerle tedavi edebilmek mümkün değildir. Bu tür bağlılıklar ve bağımlılıklar herkeste olabilir. Fakat bunlar, Müslümanlık iddiasında bulunanlarda çok daha çirkin ve sakil durur; çok daha fazla dikkat çeker ve tuzun kokması gibi çok daha vahim sonuçlar doğurur.

Günümüzde basın yayın organlarında sosyetik Müslümanlar ve süslümanlarla ilgili pek çok üzücü haber ve yorumlar çok daha fazla dikkat çekici hale gelmiştir. Sırf gösteriş için sırça köşklerde, lüks mekânlarda “Baby Shower” mevlitlere oluk oluk paralar akıtılması sıradanlaşmıştır. Gelinle damadın muhakkak bir merdivenden aşağı indiği, İngiliz kraliyet balolarını bile geride bırakan özentili düğünler yapılmakta, düğün sonrası ‘After Partyleri’ de ihmal edilmemektedir. Ezanlarla, ilahilerle karışık yoz bir müzikle eğlenen, lüks yatlarda beyaz elbiseleriyle doğum günü partileri düzenlemeyi alışkanlık haline getirmiş, gösteriş düşkünü, dünya ve madde bağımlısı Müslümanlar haddinden fazla çoğalmıştır. Bu olup bitenleri sağlam ve sağlıklı gelişmeleri olarak kabul edebilmek mümkün müdür? Peki bu hastalıkların tedavi edilmesi gerekmiyor mu? Bunları kim, nasıl ve nerede tedavi edecektir?

Peygamber Efendimiz: “Korumasız bir sürüye saldıran iki aç kurdun, bu sürüye verdiği zarar, mal, mülke, şan, şeref (mevki, makam, itibar) hırsıyla kişinin kendi dinine verdiği zarardan daha fazla değildir!  (Tirmizi)” buyurarak bütün Müslümanları uyarıyor.

Günümüzde VİP’ten aşağı hac ve umre yapamayan, Zemzem Towers’dan aşağı otellerde konaklayamayan, rezidansların ve özel güvenlikli sitelerin dışında yaşayamayan bir sınıf ortaya çıkmıştır. Bunlar her yıl birkaç defadan az yurtdışı tatile çıkmadan rahat edemiyorlar, sadece zenginlerle oturup kalkıyorlar, cenneti neredeyse sadece bu dünyada arayıp istiyorlar. Konfor ve madde bağımlısı, haz ve zevk düşkünü bu Müslümanlar hasta değil mi? Bunları kim, nasıl ve nerede tedavi edecek? 
Marka ve lüks bağımlısı, sözde tesettürlü Müslüman, pardon süslüman kızlarımızın, kadınlarımızın acaba tedaviye ihtiyaçları yok mudur? Marka başörtüleri, siyah gözlükleri, yüksek topukları ve lüks jipleriyle gece hayatlarına akan, bir konser biletine milyarlar saçan, tesettür defilelerini kaçırmamaya çalışan süslümanlar ne kadar da çoğaldılar! Pahalı telefonlarıyla tüm özel hayatlarını sosyal medyaya ve instagram’a alabildiğine açıyorlar. Arka arkaya tik tok videoları çekip yayımlamakta kimselerden geri kalmıyorlar. İslam’ın kınadığı ne varsa  başına birer İslami ibaresi koyup meşrulaştırmaya çalışılıyor. Sıra eşlerine bir dilim kek, bir bardak çay vermeye geldiğinde kimi süslüman kadınlar, bunu bile yüksünüp itiraz ediyorlar. Tutum ve davranışlarıyla en azılı feministleri bile geride ve hayretler içerisinde bırakabilenlerin sayıları da gittikçe artıyor. Bunlar tedaviye muhtaç değiller mi? Eğer muhtaç iseler, bunları kim, nasıl tedavi edecek?

Müslümanlar arasında artık makam arabasız, sekretersiz, özel kalemsiz, korumasız yaşayamayan, bunu itibar sayıp sürekli yenilemek ve çoğaltmak için hiçbir israftan kaçınmayan yeni bir sınıf da türedi. Bunlar koltuklarını kaybedince, oyuncağı elinde alınmış çocuklardan daha beter histeri krizleri geçiriyorlar. Bazıları, en küçük bir mevki ve makam için bile feda edemeyecekleri değer ve aşındırmadık kapı bırakmıyorlar. Onuru, şeref ve itibarı sadece malda ve mülkte, mevki ve makamda, parada ve pulda görüyorlar. Bunlardan yoksun kaldıklarında itibarlarını, onur ve şereflerini de kaybettiklerini sanıyorlar. Yeniden bir mevki ve makama gelebilmek için gerekirse, artık çoktan kaybettikleri dinlerini, imanlarını, ahlaklarını, adaletlerini, merhametlerini bile kumar masasına koyup feda etmeye çoktan razı olanları var. Oturdukları makamı koruyabilmek veya daha üst makamlara gelebilmek için, savunmasız bir sürüye dalmış vahşi kurtlar gibi önlerine kim gelirse ve etraflarında kim varsa boğup parçalayarak bir kenara atıyorlar. Diş geçmedikleri hiçbir rakip ve makam, tadına bakmadıkları hiçbir dünyalık haz, tat ve zevk kalmasın istiyorlar. Mevki, makam, koltuk, itibar, haz ve zevk bağımlısı, şan, şöhret, unvan, titr, ad ve san düşkünü bu kimseler, kendilerinin en iyi Müslüman olduklarını iddia etmekten de geri kalmıyorlar. Halbuki İslam nerede, bunlar nerede? Şimdi bunlar hasta değiller mi? Öyleyseler, bunları kim, nasıl ve nerede tedavi edecek?

Müslümanın asıl işi, görevi ve fonksiyonu mevcut bütün sorunlara çare ve çözüm üretebilmektir. Buna rağmen, İslam adına ve Müslüman görüntüsü altında ortaya çıkıp da, kendisi millete, memlekete, devlete çekilmesi ve taşınması imkânsız bir yük haline gelenler, gün geçtikçe daha da çoğalıyor. Bunlar menfaat devşirmekten, devlet destekli proje kovalamaktan, protokol fotolarına girip boy göstermekten başka bir şey bilmiyorlar. Hep bunun için çırpınıyor, yanıp tutuşuyorlar. Bakanlarla, vekillerle, üst düzey bürokratlarla çok önemli protokol görüşmeleri ve toplantılar ayarlamaya çalışmaktan başka işlere hiç zaman ayıramıyorlar. Adı sivil, kendi resmi bazı STK’cılarımız, İslami çalışmaların da sadece ve ancak para ve güçle yapılabileceğine iman etmiş durumdalar. Bunlar çok mu sağlam ve sağlıklı? O zaman, bunları kim, nasıl ve nerede tedavi edecek?
Bazı hocalarımız, Hazreti Peygamberin, açlıktan karnına taş bağladığını anlatarak, insanlardan para sızdırmaya çalışıyor. Fuhşa, fahşaya, türlü haramlara, faize, zulüm ve haksızlıklara, adaletsizliklere karşı çıkmak, nehy-i anil münker yapmak yerine, yeri geldiğinde içimizden maslahat, ehven-i şer gibi gerekçelerle gıkını bile çıkaramayanlar, fetvalar uydurmaya çalışanlar az mı? Mevcut statükoyu devam ettirerek bundan çıkar ve menfaat devşirmek, haram kazanımlarını kaybetmemek için kendini bile kaybetmiş bu gibiler hasta değil mi? Bunları kim, nasıl ve nerede tedavi edecek?

En acısı ve en kötüsü, İslam’a ve Müslümanlara umut bağlamış, fakat aradığını bulamamış, açlık sınırının altındaki asgari ücretiyle on nüfusu geçindirmeye çalışan, çoluk çocuğunun gıda ihtiyacını ve okul masraflarını bile karşılayamayan, işsiz, güçsüz, parasız, pulsuz, mesleksiz olduğu için evlenemeyen, borç batağında inim inim inleyen nice garipler var. Müslüman geçinenlerin, bu garip gurabanın beklentilerine cevap verememeleri bir yana, din ve dindarlık adına yapılan pervasızları, lükse, yalana, israfa, gösterişe, hazza, umarsızlığa batmış yaşam tarzları karşısında, insanların bu yanlışlıkları yapanları değil de İslam’ı ve Müslümanları sorgulamalarına kim, nasıl cevap verecek?

Hiç kimse kusura bakmasın ama bu hal ve
gidişat, hiç de iyi ve hayırlı bir gidişat değildir. Bu dünya sevgisi, bu madde bağımlılığı, bu vehn krizleri hepimizin mahvına sebep olacak büyüklüktedir.

Hazreti Peygamber:  “Sizden öncekileri mal sevgisi helak etti. Bu sevgi onlara akrabalarıyla ve dostlarıyla ilişkiyi kesmeyi emretti, kestiler.  Cimriliği emretti, cimrileştiler.  Günahı emretti, günahlara daldılar. Zulmü emretti, zulüm yaptılar. En sonunda da helak oldular!” (Camiu’s-Sağir) buyuruyor. Aynı sebepler, aynı sonuçları doğuracağına göre, biz bu olup bitenler karşısında, bu uyarının bizim hakkımızda da tam anlamıyla gerçekleşmeyeceğinden, bizim de helak olmaktan korkmamız gerekmiyor mu? Ne zaman aklımızı başımıza alacağız, derlenip toparlanacağız?

İLGİLİ MAKALELER

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

EN POPÜLER

SON YORUMLAR