SİYASET, İKTİDAR VE YÖNETİM ÜZERİNE
Dindar olmayan, emanete riayet etmeyen, dirayet sahibi olmayan, özü sözü doğru olmayan kimsenin değil dinden, insanlıktan bile nasibi yoktur.
Riyasete ne kadar muhabbet eder, tutkulu olur, peşine düşersen, o da senden o kadar uzağa kaçar.
İnsan riyasete geçmeden önce özellikle fıkıh ilmini (dinin leh ve aleyhindeki hükümlerini) iyi öğrenmelidir. Riyasete geçtikten sonra, üzerine yüklenen ağır işler, görev ve sorumluluklar, artık fıkıh öğrenmesine de engel olacaktır.
En hafif ve en ucuz, en kalitesiz adamları, en ağır görevlere, özel uzmanlık gerektiren en değerli mevki ve makamlara getiren bir hükümet iflah olmaz.
Yamadık dünyamızı yırtarak dinimizden,
Sonunda dünya da, din de gitti elimizden (İbrahim Edhem)
Seni sürekli kendi yönetimi, denetimi ve minneti altında yaşatmak isteyen kimse, gerçek dost değildir.
Ahmakları idare etmeye talip olmak, sonunun nereye varacağı belli olmayan bir gayedir.
Çoğu siyasetçinin, politikacının, devlet adamının, iktidar heveslisinin dostluğu, dostunun postunu yüzmek, kendisinin düşmekten korktuğu çukuru dost göründüklerinin vücudu ile doldurma hesabı yapmak üzerine kuruludur.
Ey iktidar sahibi! Senin her fikrini, her uygulamanı, her icraatını sürekli tasdik eden, hiç kuşkun olmasın ki, sana münafıklık yapıyor demektir. Böyleleri seni hep aldatırlar ve sürekli hatalara sevk ederler. Sen bunlara aldanmamaya çalış ve sakın kimseyi de aldatma!
Dinine saygılı olan bir hükumet, milletinin de hissiyatına tercüman olur.
Hükümet, kendisine emanet edilen kamu gücüyle ferdi, toplumu, milleti ve devleti her türlü kötülükten, tehlike ve felaketlerden, adaletiyle de zulümden koruyan, ülkeyi mamur ve bayındır hale getirmekle görevli olan bir heyettir.
Hükümet etmek demek, adaleti, asayişi, emniyeti, huzur ve güveni sağlayabilmek demektir. Bunlar yoksa hükümet de yok demektir. Hükümet, bir değirmene benzetilecek olursa, bu değirmenin çıkardığı un, adalet ve asayiştir. Un çıkarmayan değirmen yalnız kuru gürültüdür, sadece hava öğütür.
Bir hükümetin, milletine benim milletim demesinden daha önemli ve daha değerlisi, o halkın ve milletin başındaki hükümete benim hükümetim demesidir.
Milletin kalbinde, hükümete karşı sevgi ve saygı amir ve memurların şiddet ve baskısı ile değil, hal ve hareketlerindeki güzellikler, adalet ve ciddiyetle oluşur. Kanunları uygulayan memurlar çok cesur ve adil olmalı ancak asla kaba ve vahşi olmamalıdır. Kanunlar, herkese tam anlamıyla, tarafsız ve etkin bir şekilde uygulanmalı, caydırıcı olmalı, ondan hem herkes korkmalı, hem de emin olmalıdır.
Eskiden kötülükler, ahlaksızlıklar gizlice yapılır ve herkes tarafından ayıplanırdı. Şimdi ise açıktan açığa yapılır hale gelmesine rağmen, neredeyse kimse tarafından ayıplanmıyor. Kötülüğü, fenalığı açıkça yapan alçaktır. Bunu gizliden gizliye yapan da kendisinden ve insanlardan utanması olmayan, Allah’tan da korkmayan bir kimsedir.
İster ferdi, ister toplumsal, ister özel, ister genel olsun, her kötülük mutlaka önlenmeli, engellenmeli, hoş görülmemelidir. Dine, devlete, millete, vatana karşı tecavüzlere karşı tavizsiz olunmalı, bunlar canla başla cihad edilerek savunulmalıdır. Cihadı terk eden millet esir ve zelil olmaya mahkûmdur. Huzursuzluk çıkaranların ıslahı için güçlü bir siyasete, sağlam, geçerli ve etkili kanunlara ihtiyaç vardır.
Bir millet üç şeyle ayakta durur. Bunlar, din, ilim ve ordudur. Din vicdanların kanunu, fiil ve davranışların hâkimidir. Din, her toplumda ve millette en yüce rabıtadır. Dinsizlik, milleti içinden çürütür, yok eder. Din aleyhtarı kişiler, her zaman millet ve devlet düşmanlarının işbirlikçisi, tetikçisi, onların çirkin emellerinin hain ve alçak bir aracı ve icracısıdır.
Din, millet, devlet, vatan, namus gibi yüce değerlere ancak nitelikli, kaliteli, dürüst, gerçek insanlar önem verir. Din, millet, devlet, vatan, namus çiğnenemez, çiğnetilemez yüce değerlerdendir. Bunlar uğruna, gerekirse hayatlar bile seve seve feda edilir. Irz ve namus duygusu taşımayanlar, millet ve vatan duygusu da taşımazlar. Namussuzlar, her zaman namusun ve namusluların düşmanıdırlar.
Hakkı batıl, doğruyu yanlış göstermekte pek mahir olan Batılıların ve oryantalistlerin yerli işbirlikçileri durumundaki sözde aydınlar, milletin varlığını, birliğini, dirliğini, düzenini bozmak, çürütmek, tarih sahnesinden silebilmek için çok şeyler yapmışlar, yazmışlar, çizmişler, sahnelemişlerdir. Bunları iyi bilip, tedbirlerini zamanında alabilmek hepimizin en başta gelen görev ve sorumluluklarındandır.
Bir milletin yükselmesi, gençlerinin iyi ve yeterli eğitim almalarına, ülkeden fakirliğin ortadan kaldırılmasına, kültür ve sanatın ihya edilmesine, sanayi, ticaret ve yüksek teknolojinin geliştirilip korunmasına bağlıdır. Güçlü ve kuvvetli bir hükümet ve devlet, ancak güçlü ve kuvvetli bir milletten doğar. Güçlü bir milletin ve devletin de hem ilmi birikimi, hem de mali ve askeri gücü üstün ve büyük olmalıdır. Millet zengin olursa, devlet de güçlü olur.
Millet, fakir olursa veya fakirleşirse ister istemez devlet ve hükümet de zayıflayacaktır. Bu yüzden devletin fakirliği, milletin fakirliğinin de göstergesidir. İyi bir bahçıvanın ürettiği bitki ve fidanlarını büyütüp, beslemesi, sulayıp, yeşertmesi, ondan sonra da ürününü ve meyvesini bollaştırması için yapması gerekenlerin benzerlerini iyi bir hükümet te milleti için yapmalıdır.
Her evde beş altı çocuk olmadıkça, her okul küçük bir fedailer ocağı haline getirilmedikçe, bir milletin yaşayıp gelişebilmesi mümkün olamaz. Boşanmalar azaltılması, evliliklerin sağlamlaştırılıp teşvik edilmesi milli bir görev ve sorumluluktur.
Milleti, iyi idare etmenin iki temel yolu ve yöntemi vardır: Birincisi eğrilmez, çarpıtılmaz, tam uygulanan, şeffaf kanunlara ve mevzuata, diğeri de din ü devlet, mülk ü millet için görev yapmanın kutsiyetinin bilincinde olan dürüst ve namuslu memurlara sahip olmak. Memur, iyi bir aileye, iyi bir fikre, inanca, ideale ve hissiyata sahip olmalıdır. Kendisinde bu özellikler bulunmayan memur, halkın gözünde de değersiz, önemsiz, küçük görünecektir. Böylelerinin bütün hal ve hareketlerindeki bayağılık, aşağılık hemen sezilir. Bu da yalnız o memurlara karşı değil, devlete karşı da saygısızlığa ve güvensizliğe sebep olur.
İlimsiz, irfansız, rüşvet, işret gibi ahlaki zaafları olan bir memur, hükümetin şerefini gasp etmiş demektir. Böyleleri görevleri başında zalim birer despot ve kral kesilir. Bir milleti kendi hükümetinden ve devletinden soğutan unsurlar arasında en kötüsü bu tip kötü memurlar ve bürokratlardır. Maaş ve ödüllerde, kaba ve ağır işlerde görev yapanlarla, ehliyet, liyakat, dirayet ve uzmanlık gerektiren ince ve nazik işlerde çalışanlara göre farklılıklar olmalıdır. Çünkü ikinci gruptakilerin şahsiyetleri çok daha değerli, daha kıt, devlet ve milletin selameti için de çok daha önemli ve değerlidir.
Bütün memurlar, özellikle de üst yöneticiler, büyük devlet adamları, kanuna karşı saygılı olmalı, bunların kutsiyetini ve saygınlığını temsil etmelidir. Bunlar, kanunlara başkalarının itaat etmelerini istedikleri gibi, kendileri de hatta daha fazla itaat etmelidirler.
En iyi, en güzel, en ideal memur ve devlet adamı kendinden önce dinini, devletini ve milletini düşünendir. Çünkü o bilir ki, o ancak bunlarla var olabilir, kimlik ve kişiliğini de ancak bunlarla muhafaza edebilir.
Dönüp tarihe baktığımızda, tarihin akışı içinde suyun suya benzemesi gibi geçmiş de bugüne ve geleceğe çok benzer. Değişen fazla bir şey yoktur. Değişiklikler genellikle görünüştedir.
Dünya bir tecrübe sahası, insanlık tarihi de derslerle ve ibretlerle dolu, çok faydalı bir kitaptır. Bu dünyada yaşanmamış, denenmemiş, tecrübe edilmemiş hiçbir şey yoktur. Aklı olan, her şeyi yeniden bir de kendisi denemeye ve tecrübe etmeye kalkışıp zamanını, imkânlarını ve enerjisini boşa harcamaz. Dolayısıyla, biz de yaşanmış tecrübelerden en geniş ve en iyi şekilde dersler çıkarabilecek ve yararlanabilecek, bunun yollarını arayıp, bulabilecek kadar akıllı olmak zorundayız.
Ehliyetsizler, iş başına geçtiklerinde, hemen zararlı tırtıl kurtlarının çoğalması gibi çoğalmaya başlarlar, çok geçmeden de devlet ve millet ağacını çürütür ve kuruturlar.
Bir millet, birlik ve beraberlik içinde, güçlü bir şekilde canlı, diri, güçlü ve kuvvetli olarak yaşamak ve daima ayakta kalmak istiyorsa, her şeyden önce fertler ve kitleler arasında samimiyet, birlik, beraberlik ve bütünlük arzusuna ve şuuruna sahip olmalı, bunun bozulmamasına azami özen göstermelidir.
Bir milleti zayıf düşürmenin ve dağıtmanın en kestirme yolu, o milletin inançlarını, fikirlerini, duygu ve düşüncelerini bölüp parçalamaktan geçer. Bir milletin bölünüp parçalanması, fikri, manevi ve ahlaki bozulmalardan kaynaklanır. Böylece millet, yavaş yavaş içinden çürümeye ve yok olmaya yüz tutar. Bu yüzden hükümetler, milletin yalnız tutum ve davranışlarını değil, fikir ve düşüncelerini de düzenlemeye ve düzeltmeye çalışmalıdır. Bunun da yolu, inanç, fikir, duygu, düşünce, eğitim ve öğretim birliğinden geçer.
Bazı yöneticiler, iktidarlarını sürdürebilmek için böl, parçala ki yönetebilesin ve hâkim olabilesin siyaseti güderler. Bu çok yanlıştır. Çünkü bölenler din, devlet ve millet düşmanı, birleştirenler ise din, devlet ve millet dostudurlar. Milletin ve toplumun içine fitne, fesat ve bölücülük tohumu ekecek toplantılarda, gizli görüşmelerde, kulislerde, fısıltılarda, ayrılık ve gayrılık doğuracak fikir ve görüşlerde hayır yoktur. Bunlardan şiddetle kaçınılmalıdır.
Sizden olup da samimi, iyi niyetli görüş ve düşünceleri sizden farklı olanları da aranızdan uzaklaştırmayınız. Yoksa toplumda tefrika ve ihtilafların, ikiliklerin, ayrılık, gayrılıkların çoğalmasına sebep olursunuz. Herkesin aynı fikir ve görüşte olması mümkün değildir. Bilgili ve tecrübeli insanlardan sonuna kadar faydalanmanın yolları aranmalıdır. Çünkü her başta herkeste bulunamayacak çok kıymetli fikir ve görüşlerin bulunabilmesi mümkündür. Hiç birimiz, hepimiz kadar akıllı olamayız.
Hasbelkader devletin iktidarını ele geçirmiş ve milletin önüne düşmüş nice yöneticiler, devlet adamları ve memurlar vardır ki, başka devlet ve milletlerin, düşmanların emellerine hizmet etmekten başka bir şey yapmazlar.
Milletler ve devletler, başka devletleri ve milletleri çekemezler; onlarla sürekli olarak açıktan açığa veya gizli bir şekilde rekabet ve mücadele halindedirler. Bu yüzden de her devletin en çok düşünmesi gereken şey, başta dost ve müttefikleri olmak üzere, başka devlet ve milletlerin kendileri hakkında ne düşündüğünü, ne tür gizli siyasetleri ve planları olduğunu iyi bilmek ve ona göre tedbirler ve çareler üretmektir.
Günümüzde siyasi faaliyetler, dostluklar, düşmanlıklar genel olarak ya çıkar ve menfaat veya iğfal, aldatma ve kandırma amacına yönelik olarak yürütülmektedir.
Siyaset, genel ve çok önemli bir kavramdır. Hayatın her safhasına ve her şeye dokunur ve etkiler. ‘Ben siyaset yapmam, siyasete karışmam! Sen de yapma, karışma!’ demenin; devletin, vatanın, milletin, dinimin başına ne gelirse gelsin beni ilgilendirmez demekten hiç farkı yoktur. Mührü şeytana veren, mülkü kendi elleriyle harap etmiş demektir.
Kişinin hak ve özgürlükleri ancak herkesin hak ve özgürlüklerinin korunduğu bir ülkede korunabilir.
Gücün, kuvvetin hâkimiyeti gelip geçicidir. Devamlı olan, sürekliliği olan yalnızca Hakk’ın adaletin hâkimiyetidir.
Merkezin güçlü, kuvvetli, düzenli bir merkez olması, çevrenin de aynı özelliklere sahip olmasıyla mümkündür. Yoksa bozuk çevre, er veya geç merkezi de bozacaktır.
Bir ülkede, bir köylü, gördüğü zulümden ah ediyorsa, orada başta vali olmak üzere mahalli idareciler, görevlerini yapmıyorlar veya yapamıyorlar demektir. Vali’de hassasiyet, Belediye Başkanında düzen ve nezafet, hakim ve savcıda adalet, tarafsızlık, sürat ve medeni cesaret olmalıdır.
Eskiden ‘Ahlak, kitaplarda kaldı!’ deniyordu. Şimdi ise ‘Ahlak eski kitaplarda kaldı!’ denilecek zamanlara geldik.
Bir hadis-i Kutsi’de Allah, şöyle buyuruyor: “Kullarım bana gerektiği gibi itaat etseler, ben de onlara lütfumu artırır, bereketli yağmurlarımı bile onları ıslatmamak için gece yağdırır, gündüz güneşiyle hemen kurutur, onları çamurda bırakmazdım.”
Allah’ın emir ve yasaklarından birini bile kamusal ve toplumsal hayatta uygulamak, icra etmek, o toplum için kırk günlük bereketli yağmurdan daha hayırlı ve daha bereketlidir (Hadis). Buna dair Talak Suresi’nin başındaki ayetlerde, hatta Kur’an’ın tamamında pek açık deliller ve beyanlar vardır. Cenab-ı Hakk, Talak Suresi’nin 2. Ayetinde: ‘Allah’tan hakkıyla korkan gerçek takva sahiplerine Allah’ın her felaketten çıkış yolları göstereceği’ vaat edilmektedir. Talak Suresi’nin 3. ayetinde ise, Allah’ın onu ummadığı yerden bol bol rızıklandıracağı, Allah’a hakkıyla inanıp, güvenen, tevekkül edenlere, Allah’ın yeteceği, çünkü Allah’ın emrini yerine getirmeye her zaman muktedir olduğu, fakat Allah’ın her şeye bir ölçü, kader ve zaman tayin ettiği bildirilir.
Peygamber Efendimiz, bu ayeti kerimeleri okuyup: ‘Benim ümmetim sırf bununla amel etseler, bu, her işlerine elbette yeterli olurdu’ buyurmuşlardır.
Yine Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyorlar ki: “İnsanlar, dünyalarını mamur etmek için dinlerinden bir şeyi bıraktılar mı, Allah da onların dünyalarını eskisinden daha beter bir hale getirir.”
EMANETİ EHLİNE VERMEK!
“Emanete riayet etmeyenin imanı, sözünde durmayanın da dini yoktur.”
“Kim, eli altında daha liyakatli kimseler bulunduğu halde, liyakatsizlere görev verirse, o hem Allah’a, hem O’nun Peygamberine, hem de İslam toplumuna ihanet etmiş olur.”
En temiz kalp içinde art niyet olmayan kalptir. En iyi amel, içine kötü niyet karışmadan yapılabilen ameldir. En iyi nimet, alın teri ile kazanılan helal rızıktır.
Rüşveti almak da vermek de haramdır.
HAZRETİ ALİ’DEN DEVLET ADAMLARINA ÖĞÜTLER
- Halka karşı içinizde daima sevgi ve nezaket duyguları besleyin ve geliştirin! Sakın başarı ve üstünlüğünüzün onları hakir görüp, azarlamakta ve sert davranmakta yattığı fikrine kapılmayın!
- Müslüman olsun, olmasın herkese adil davranın! Müslümanlar sizin din kardeşleriniz, Müslüman olmayanlar da sizin gibi birer insandır. Bütün yaratıklar, Allah’ın yüceliğinin ve hükümlerinin aynasıdır. Bu meyanda canlı, cansız, mümin, kafir bütün varlıklar Allah’ın bir yaratığı, kulu ve bir hükmünün, hikmetinin tecelligahı olmaları nedeniyle saygıya layıktır. Peygamber Efendimiz şöyle buyurdular: “Allah’ın beldelerinde, kulları üzerine kibirlenip büyüklenmeyin! Kim Allah’ın kullarına karşı büyüklük taslarsa Allah’a karşı büyüklük taslamış olur.”
İnsana ihanet etmek, zillete düşürmek, ona saldırmak sonradan konmuş arızi hükümlerdir. Sonradan konmuş, arızi bir hüküm asıl olanları ortadan kaldırmaz. Gerçekte hüküm asıla göre verilir, arızi olana göre verilmez. İlmin kemali, yani yüksek bilgi, insana tazim etmeyi, saygı göstermeyi gerektirir. Ancak batınen hürmet gösterilse de, ihanet eden kafirlere karşı zahiren düşman olunması, gerekiyorsa bunlara karşı savaşılması, yenilip zillete düşürülmeleri ve kahredilmeleri şarttır. Şeriatın emri budur. Hikmet de bunu gerektirir.
- Asla insanlar arasında taraf tutmayın! Bazı insanları kayırarak, ayrıcalıklı hale getirmeyin! Bu tür davranışlar sizi zulme ve despotluğa doğru sürükler.
- Memur ve yönetici seçerken, daha önce zalim yöneticilerin emrinde ve hizmetinde bulunmamış, devlete ve insanlığa karşı suçlara ve mazlumlara karşı zulümlere karışmamış kimseler arasından seçin!
- Kamu görevlerine getirdiğiniz kimseleri, doğru, dürüst, erdemli, ahlaklı, nazik kişiler arasından seçin! Gerekiyorsa, bedel ödeyeceğini, zarara uğrayacağını bile göze alarak, hiçbir kişisel çıkar ve menfaat beklentisi içerisine girmeden, korkmadan, yılmadan, çekinmeden Hakkı, doğruyu ve acı gerçekleri olduğu gibi söyleyebilecek kimseleri tercih edin!
- Rüşvet, irtikap, ihtilas gibi haksız kazanç ve ahlaksızlıklara yönelmemeleri için memurlarınıza yeterli maaş ödeyin!
- Memur ve yöneticilerinizin eylem ve işlemlerini sürekli denetim, gözetim ve kontrol altında bulundurun! Bunun için bilgili, eğitimli, güvenilir ve samimi kimseleri görevlendirin. İstişareye önem verin ve açık olun!
- Halkınızın iyiliğini istediğinize, onların hayrı ve iyiliği için çalıştığınıza, onlara hizmet için var olduğunuza onları inandırarak halkınızın güvenini kazanın! Hizmetleriniz ve yaptıklarınız için kimseyi minnet altında bırakmaya kalkmayın!
- Vaadinizden ve sözünüzden hiçbir zaman dönmeyin! Yapmaya güç yetiremeyeceğiniz şeyleri de vaat etmeyin!
- Sanayici, üretici, esnaf ve sanatkârlara gereken önemi verin! Fakat asla ihtikar, karaborsa ve fiyatları artırıp ve kıtlığa yol açarak haksız kazanç peşinde koşmak için mal yığmaya kalkanlara fırsat ve izin vermeyin!
- Tarımla, ziraatla, hayvancılıkla uğraşanlar devletin ve milletin güvencesi, zenginlik ve refah kaynağıdır. Bunları da titizlikle koruyun ve güçlendirin!
- Öfkenizi yenin, kendinize hâkim ve sahip olun, dilinizi tutun! Öfkeli iken ceza vermekten sakının, bu halde cezayı tehir edin! Öfkeniz, kızgınlığınız yatışsın ki, müspet ve doğru kararlar verebilesiniz.
- Yaptıklarınızı yeterli veya olduğundan fazla göstermeye çalışarak övünmeye kalkmayın!